Devletin güzellik endişesi olmalı mı?

“Zahİr ve Batın”, inanç sistemlerinin ve dinlerin en önemli iki unsuru olarak dünyanın her tarafında hükmünü sürdürür. Elbette herkes kendi kelimesini kullanır ama, aynı anlamda olmak üzere ele alır bunları. İnancın “zahir” kısmı, gözle görünen ve hemen tanımlanabilecek olan dış unsuru iken, “batın” kısmı ise gözle görünemeyen, ancak uzun uğraşlardan sonra elde edilebilecek olan inanç sisteminin asıl mesajı anlamına gelir. Bu konuda yüzyıllardır yazanlar, çizenler, uğruna şehit olanlar vardır her tarafta. İsa Peygamber, Hallac-ı Mansur, Nesimi, Niyazi Mısri isimleri, bizlerin kolaylıkla hatırlayabileceğimiz şahsiyetleri ifade eder. Bunların hepsi de, inançlarının “batıni” kısmı ile meşgul olup gerçek inancı bu keşfedilmesi zor derinliklerde bulanlardır. Bulduklarını ifade ettikleri için de tehlikeli bulunup, kurulu düzen tarafından yok edilmişlerdir. Tarih, “zahiri” güzellik aldanışı içinde, “batıni” mesajı ihmal edip unutanların bir inanç mezarlığı halindedir her tarafta.

MUHTEŞEM BİNALARDA ÜRETİLEN KÜÇÜK FİKİRLER

Şimdi bu batın ve zahir işini, size sürpriz gelecek bir konuya çekip, bu ikisi arasındaki farkın, bizlerin hayatında ne gibi etkiler yarattığına dikkatinizi çekmeye çalışacağız. Bu konu, devletin zahiri görünümü ve batıni işleyişi arasındaki farklılık ve bunun bizlerin hayatındaki önemi. Bunu da, Hindistan ve Türkiye’yi, her iki uçtaki iki memleket olarak ele alıp işleyeceğiz. Türkiye zaten kendi memleketimiz. Hindistan ise yıllardır gidip geldiğimiz, hemen her önemli köşesinde uzunca zamanlar geçirdiğimiz bir ülke. Dolayısı ile, bu iki ülkenin devleti ve idare kültürü hakkında yeterli bilgimiz olduğunu iddia edebiliriz. Bunun üstüne, Mülkiye’de dirsek çürütmüş bir kişi olarak, devlet yönetimi konusunda resmi eğitim almış olduğumuzu da eklersek, bu konuda yazacaklarımıza biraz daha inanılırlık katmış oluruz belki de.

Bu kısa yazıda devletin “zahiri” ifadesi konusunda, Hindistan ile karşılaştırma yapıp bazı yargılara varacağız. Yani devletin binaları, daireleri, üniversiteleri, anıtları, misafirhaneleri gibi gözle görünür ve elle dokunulur kısmına işaret edeceğiz. Bunun, devletin gözle görünmeyen “batıni” işleyişine etkisini tartışacağız. Elbette aynı yargılamayı, devlet dışında “zahire” tapan özel sektörümüzün, aynı konudaki tutumuna da uygulamak mutlaka gereklidir.

ANKARA’NIN DEĞİŞEN YÜZÜ VE BAZI KARŞILAŞTIRMALAR

1970’li yıllarını Ankara’da öğrenci olarak geçiren biri olarak, son zamanlarda Ankara’ya yaptığımız ziyaretlerde, devlet binalarının ihtişamları konusunda hayrete düşmekten kendimizi alıkoyamadık. Kızılay’dan başlayıp Eskişehir yolu üzerindeki devletin binaları, bizi çok düşündürmüştür hep. Her biri birer mimari şaheser olarak düşünülen ve devletin kaynaklarının fazlaca tereddüt etmeden harcandığı mantıkla inşa edilen bu binalar, Türkiye’nin gerçekleri ile tam bir tezat oluşturmaktadır bizce. Türkiye’nin ormanlarının, derelerinin, barajlarının, hayvanlarının planlanması ve bir devlet olarak yönetilmesi için neden oluyor da, bu derece lüks denilebilecek binalara ihtiyaç oluyor, anlamakta zorluk çekmekteyiz. Bunu devletin görevli olduğu tüm konulara, ve hatta özel sektörün tüm alanlarına da yayabilirsiniz. Ortalıkta, bir güzellik ve lüks çılgınlığı, Covid virüsü türünden bir pandemi gibi yayılmış olarak görünmektedir. Mahkeme binalarımız, üniversitelerimiz, belediyelerimiz, kültür merkezlerimiz, spor salonlarımız, camilerimiz, hatta cemevlerimiz bile bu lükse aşıklık eğiliminden nasibi almışa benzemektedir. “Zahiri” yani dış görünüşe devlet katında ve devlet işlerinde bile bu denli önem verilmesi, aklımıza hemen geçtiğimiz günlerde araştırıp yazdığımız Türkiye’deki kuaför sayısı gerçeğini getirmektedir. Kadınımız ve erkeğimiz, “zahiri” güzellikleri için, toplamı 90 bine yaklaşan kuaför ve berbere, son bir yılda toplam 5 milyar dolar harcamışlar! Evet, etrafımızdaki insanların güzel görünmeleri ilham verici olabilir. Ama, bu 90 bin kuaför ve harcanan 5 milyar doların, “batıni” dediğimiz iç güzelliğin, yani insanın karakter ve düşünsel kalitesini arttırmada ne denli etkisi olmuştur, iyice düşünmek gerekmektedir.

İLK YÜZYILIN MÜTEVAZI BİNALARI

Devletin, kendisini teşkil eden nüfusunun yaptığı gibi, “zahiri” güzellik konusunda bütçesinin önemli bir kısmını harcaması gerekir mi? Bizce, devletin güzel ve etkili yönetilmesi, hizmetin sunulduğu binanın görünümü ile hiçbir paralellik göstermez. 1920’lerden 2000’lere kadar yüz senedir, Türkiye devleti halkına gayet güzel hizmet vermiştir ve bu hizmetleri, oldukça mütevazi binalarda, bakanlıklarda, okullarda ve üniversitelerde, oldukça başarılı şekilde yapabilmiştir. Yani hizmetin kalitesi, içinde çalışılan binanın görünümünün “muhteşem” olması ile ilişkili değildir bizce.

4 SAATLİK YOLDA 20 TEKNİK ÜNİVERSİTE

Bu noktada, Hindistan’ı tartışmanın içine çekerek, tersine örnekler ile konumuza açıklık getirmek isteriz. Daha birkaç sene önce, Hindistan’ın başşehri Delhi’den bindiğimiz otobüs ile, 4 saatlik Taj Mahal yoculuğumuzda gördüklerimiz, aslında bu yazıyı yazmaya ilham kaynağı oldu. Bu kısa seyahat süresince, yaklaşık 20 adet “teknik üniversite” tabelası görmüştüm. Bunlardan bazıları, hemen otoyolun kenarında idiler ve her biri, bizim mahalle ilkokullarından bile daha mütevazi binalara sahiptiler. Hindistan’ın devlet dairelerini de ziyaret eden biri olarak, Hindistan devletinin, devlet bütçesini binalarını lüksleştirmek için harcama konusunda oldukça tutucu olduğuna da şahit olmuştuk. Devletin iş yaptığı ve kocaman Hindistan devletinin ekonomisini ve siyasetini yönettiği binalar, bizim Ankara’nın 50 sene önceki binalarını hatırlatacak mütevazilikteydi genel olarak.

SİLİKON VADİSİ’NİN HİNTLİ HAKİMLERİ

Böyle mütevazi bir yaklaşım altında Hindistan, 1 milyarlık nüfusunu dünyanın teknoloji merkezi haline getirebilecek bir kalkınmaya imza atacaktı çok kısa zamanda. Dünyadaki HighTech piyasasını, en tepesinden en aşağıdaki programcıya kadar ele geçiren bir Hindistan, Taj Mahal yolunda gördüğümüz o mütevazi ve Türk ilkokulu görünümündeki üniversitelerden bugünlere gelmiştir. Yani “zahir”iniz ne denli muazzam olursa olsun, “batın”ınızı iyi ayarlayamazsanız, çok fazla bir ilerleme bekleyemezsiniz memleketinizde. Burada “batın”, ülkenin amacı, kültürü ve tarihi ile barışıklığı, geçmişten öğrenip geleceğe yelken açması olmaktadır. Bu felsefi temelde, Hindistan örneğindeki gibi, “zahir”iniz ne kadar mütevazi bile olsa, memleket sevdası ve ilerleme azmi denilen karakter temelinde, inanılmaz hedeflere ulaşabilmeniz mümkündür.

DEMEK Kİ NEYMİŞ?

Bundan dolayı, devlet bütçesinin “muazzam binalara”, her biri birer anıt gibi görünen üniversite kampüslerine, her şehirde çifter çifter yaptırılan “kültür merkezlerine”, ya da Sultan Süleyman’ın yaptırdığı şahaserlerle yarışa giren camilere gitmesine, gönüller razı olmamalıdır. Onun yerine, tüm ülkenin her ferdinin hayat şartlarının iyileştirilebileceği, alnının ak-karnının tok olacağı bir gelecek düşünülerek, bu kaynaklar üretim ve eğitime yöneltilmelidir. Türkiye oldukça zengin bir ülkedir. 12 bin senedir binbir türlü medeniyeti besleyip büyüten Anadolu, daha gerçekçi siyasetler ve siyasetçiler ile, pırıl pırıl bir geleceğe doğru, emin adımlarla ve çok rahatlıkla yürüyebilir. İnanç sistemimizdeki “Zahir ve Batın” ayrımını, hem kişisel hem de toplumsal hayatımıza uygulamayı öğrendiğimiz gün, daha güzel ufuklara yelken açtığımız gün olacaktır.