Devletin temelleri sarsılırken -(TAMAMI)

89 yıllık Cumhuriyet’in temelinde yatan temel ilke ‘Ulus devlet- ulusal ordu ve ulusal ekonomi’ üçgeni 10 yıldır büyük darbeler almakta.

2002 yılında dış desteklerin çıkarlarına uygun TC Devleti’ni yeniden düzenleme hareketi önce AKP iktidarını yarattı. Sonra Laiklik ilkesini yavaş ve sessiz yok etmeye çalıştı.

Ulusal silahlı kuvvetleri’ yıpratma, yeniden şekillendirme hareketi, Atlantik ötesi dış hesaplara uygun olarak -ki 1945’de başlamıştır- 2005’de yeniden uygulamaya konuldu. Önlerindeki en büyük engeli ‘Vesayet sistemini’ yani, TSK’nın elini kolunu bağlayacak MGK’daki dengeleri, “AB böyle istiyor!” diyerek bozdurdular. Arkasından 1961 Anayasası’nın üçte ikisine yakın kısmını, ya delerek ya da yasalarla değiştirdiler.

Lozan yok sayıldı. Kılık kıyafet devrimi rafa taşındı. Türban yasağını kararlarıyla koruyan Anayasa Mahkemesi’ne yeni bir şekil verildi. Ne AİHM kararları ne Anayasa Mahkemesi’nin ictihat hükmündeki kararlarına itibar edildi. Ne 89 yıllık Cumhuriyet ilke ve devrimlerini koruyan yasa bırakıldı ne de yargının bağımsızlığı. Demokrasiden, tek adam ve tek partinin her sözünün emir sayıldığı döneme böyle geçtik.

Demokrasinin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayan zihniyet, ‘Kendine göre ordu, kendine göre yargı’ yaratıyor ve sessiz çoğunluğun sesi medyayı geçiriyordu.

Toplum sesini Cumhuriyet mitingleriyle duyurmak isteyince bir korku imparatorluğu kuruldu. ‘Konuşan Türkiye’ , ‘sessiz kalan toplum yapısı’ haline getiriverildi. Dinin siyasette kullanılması suç değil, para kazanmanın tek yolu, Cumhuriyet aydınlarının, onurlu askerlerin zindanlara atılmasının adı ‘İleri Demokrasi’ oldu.

Dev şişeden çıktı

AKP iktidarının kendisine bağlı yarattığı yargı artık Başbakan’ın bile dizginleyemediği bir hale geldi ve Çankaya’yı hedefleyen Başbakan’ın yoluna da engeller koymaya başladı. Ortalık hepten karıştı.

Oysa TSK’nın en gözde generallerinin sahte delillerle tutukluklanmalarının neredeyse beşinci yılı dolduracak. Önce TSK’yı halkın gözünden düşürecek iddianameler hazırlandı, özel yetkili mahkemeler dünyada eşi benzeri görülmemiş uygulamalara imza attı.

Sonunda iktidarın kurulmasında başrolü oynayan güç devreye giriverdi.

Ne zaman?

Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’nde patlayan canlı bombadan sonra!

Büyükelçi Ricardione konuştu ve bakın neler dedi: “Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. Kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler. Profesörler var. Eski YÖK Başkanı, hakkındaki 16 yıl önce görevdeyken yaptığı çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla demir parmaklıklar ardında tutuluyor. Harçları protesto için barışçı gösteri yapan öğrenciler hapiste. Eğer bir yargı sistemi bu sonuçları doğurursa ve bunun gibi insanları teröristlerle karıştırırsa, Amerikan ve Avrupa Mahkemeleri’nin buna karşılık vermesi zor olur”

Tehlikeyi mi gördü?

Büyükelçi bir gün önce, “Bu olay ABD ile Türkiye birlikteliğini daha da güçlendirdi!” demişti. Şimdi ise özel mahkemelerinin aldığı uzun tutukluluk kararlarına ve TSK komutanlarına, aydınlarımıza reva görülen uygulamaya şiddetle karşı çıkıyor. Adeta, “bundan sonra olacakları artık kestiremeyiz” diyerekten, Türk yargı sistemindeki sıkıntılarını, “mahkeme öncesi uzun tutukluluklar, suçlamalarda belirsizlikler, şeffaflık eksikliği” olarak sıralıyor.

“Bunu ben söylemiyorum. Muhalefetiniz söylemiyor, yabancı liderler de söylemiyor. Bunu bizzat hükümet yetkilileriniz, bakanlarınız söylüyor” dedikten sonra ekliyor: “İnsanların düşünce suçlarından dolayı hapse girmemesi gerekir. “

Sayın Büyükelçi bir sömürge valisi edasıyla bunları söylediğine göre, ‘Bölünme Anayasası’nın halk üzerinde yarattığı tepkiyi, tehlikede olduğunu görmüş olabilir mi?

Belki de Büyükelçinin bizim bilmediğimiz bildikleri vardır!