Diana neden öldü?
Netflix’in İngiliz Kraliyet ailesini konu edinen dizisinin son sezonu yayına girmiş. Bu sezonun odağında Leydi Diana ve onun ölümü var. Anlaşılan o ki Netflix, İngiliz müesses nizamının canını pek sıkmayacak bir senaryoyu tercih etmiş. Bilinen resmi hikaye… Sevgilisi Dodi El Fayed ile Paris’teki otelden çıktılar, kendilerini taciz eden paparazziler yüzünden şoför kontrolü kaybetti ve ölümcül kaza gerçekleşti. Bu arada şoförün alkollü olduğuna dair bir ima da araya sıkıştırılmış.
İsteyen İngilizlerin evire çevire anlattığı tüm masallara inanabilir. Ama İngiltere’nin bir yalan ve yağma imparatorluğu olduğunu bilenler açısından o kanaldan gelen her ses şüphelidir. İşte bakın, en yakın örnek Gazze. Gözlerimizin önünde gerçekleşen bir soykırım var ve İngiltere, nasıl da hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor! Bir diğeri Ukrayna-Rusya savaşı. İngiltere’nin ateşkesin olmaması için gösterdiği üstün çabanın sonucu fazladan 100 bin insan öldü! Ve İngiliz politikacıların iki lafından biri barış, demokrasi, güvenlik falan… Böyle bir yalan devletinin Diana konusunda doğruyu söyleme ihtimali pek zayıf.
Peki o zaman işin aslı ne? Diana’nın ölümü bir kaza değil de sabotaj veya cinayet olabilir mi? Kesin gerçekleri hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü ne Britanya güvenlik servisi ne de Fransız polisi işin üzerine bu şekilde gitmediler. “Kaza olmuş vah vah vah, oldu bitti Maşallah” deyip dosyayı kapattılar. Oysa bu kadar önemli bir insanın ölümünün geniş kapsamlı soruşturmalara konu olması gerekirdi. Demek ki bir güç öylesi soruşturmaları istemedi!
Diana söz konusu olduğunda medya, işin daha çok magazin boyutuna ışık tuttu. Halbuki Diana’yı Britanya açısından tehlikeli kılan asıl şey, ilişkileri değil siyasi hamleleri idi. Boşandıktan sonra hızla sivrilen bir barış elçisi figürüne dönüştü. Sosyal konularda boy göstererek tüm dünyayı etkileyebilecek bir güce erişti. Diana’nın ne eğitimi ne de psikolojisi bu işlere kalkışması için yeterliydi. Büyük olasılıkla arkasında onu destekleyen bir başka güç vardı.
Diana’nın ölümü de büyük ihtimalle bu iki gücün bir hesaplaşması idi. Kazanın soruşturulmasını istemeyen güç, Diana’nın arkasındaki güce kesin ve ölümcül bir mesaj göndermişti.
Uçarı aşk masallarına takılmadan, dönemin tarihsel olaylarını, İngiltere’nin, Almanya’nın ve ABD’nin o günkü pozisyonlarını iyi okuyan bir göz, bu güçlere dair ilginç bazı çıkarımlara varabilir.
BİR TUHAF SAVCILIK KARARI
Bir savcımız, hakaret ile ilgili bir şikayeti reddetmiş. Reddetme gerekçesi, “şikayetçinin kendine küfür ettirerek bu işi bir geçim kapısı haline getirmesi” diye duyuruldu.
Özelikle hakaret davalarından dertli olanlar bu karara sevindiler. Sevinmekte haklılar, çünkü bu işi gerçekten de bir geçim kapısı haline getirmiş bazı muhalif siyasetçiler var. Adam kafasına göre konuşuyor, arkasındaki avukat ordusu da ona yapılan hakaretleri toplayıp paraya çeviriyor. Güzel tezgah değil mi?
Savcılık işte böylesi bir tezgaha işaret etmiş ama, bence kararın hukuka uygunluğu son derece tartışmalı. Hukuk insanlarının mağdurun niyetini sorgulaması adaletin tesisini engelleyebilir. Düşünün, bir yaralama vakası var ve savcı “adam zorla kendini bıçaklatmış” deyip soruşturmayı baştan reddediyor! Bu bakış açısının bir ucu, tecavüz mağduruna “o saatte orada ne işin vardı” veya “neden öyle giyindin” demeye kadar varır. Yani olacak iş değil. Çünkü yargılama usulünde zaten “haksız tahrik” diye bir kavram var ve hakim bunu sabit bulursa cezada indirime gidebiliyor. Ama tahrikin boyutu ne olursa olsun suçun varlığını ortadan kaldırmıyor. Dolayısı ile savcıların peşinen suçu yok sayan ve mağduru zan altında bırakan kararlar vermesi hukukun temel ilkelerine aykırı.
Peki çözüm ne? Çözüm dilimizi yumuşatmak, çözüm tahriklere aldırmamak. Yine de üzerimize gelirlerse hakkımızı hukuk yolu ile aramak. Modern hukuk sisteminin pek çok zaafı var ama, zaaf var diye sistemi ve ilkeleri toptan reddedemeyiz.