Diktatörlerin emeğe saygısı yoktur

Emek en yüce değerdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Emeğinden başka dayanağı olmayan bir insanın geçimini emeği ile sağlamasına saygı duymak ve onu ezmek, sömürmek değil onu yüceltmek ve ona insanlık onuruna yakışan bir yaşam vermek çağdaş olmaya yakışan bir davranıştır. Bunu ancak insana saygı gösteren, insanın toplum içinde güvenle, barış içinde yaşamasını sağlayacak demokratik düzenlerde görebilirsiniz. Demokrasiler insanların çıkarlarını korumak için örgütlenmelerine, düşüncelerini özgürce ifade etmeleri için düşünve ve söylem özgürlüğüne büyük önem verir. Bu nedenle demokrasiler insan doğasına yakışan en güzel siyasal rejimlerdir.

DİKTATÖRLER ÖRGÜTLÜ TOPLUMU SEVMEZ

Diktatör güce tapan insandır ve bu nedenle kendisinden başka gücün varlığını mutlaka önlemek zorundadır. Diktatör narsisttir, kendini beğenmiştir, kendisinden başka kimsenin egemenliğini kabul edemez. Kendisini, “Dünyayı ayağa kaldıracak” güçte görür. Bu nedenle diktatörün egemen olduğu toplumlarda örgütlenme, düşüncelerini yayma, inanç ve söz özgürlüğü yoktur. Hele ülke kalkınmasını omuzlayan emekçilerin örgütlenmesi diktatörlerin korkulu rüyasıdır çünkü sokağa dökülecek milyonlarca emekçinin karşısında diktatörün polis gücü dayanamaz ve diktatör canını kurtarma derdine düşerek, İdi Amin gibi, kaçar. Bu nedenle Hitler, Mussolini, Salazar dönemlerinde işçi örgütleri acımasızca ezilmiş, emeğin hukuku yok edilmiştir. Bu nedenle diktatörlükle yönetilen müslüman ülkelerin hiçbirinde işçi sendikası, işçiyi koruyan yasalar yoktur. Düzen yoksulun çıkarına göre değil diktatörün çıkarına göre kurulmuştur. Diktatör ancak zulüm yasaları ile, yok edilen yargı bağımsızlığı ile ayakta duracağını çok iyi bilir. Bu nedenle diktatörlük insanın doğasına aykırıdır çünkü özünde insan sevgisi yoktur.

KURULMAK İSTENEN DÜZEN BİR DİKTATÖRLÜKTÜR

İktidar partisi bir Anayasa değişikliğinin peşindedir. Demokrasiden vazgeçilerek yasama, yürütme ve yargı erklerinin bir adamda toplanmasını istemektedir. Adı ne olursa ve kim olursa olsun yönetimin en tepesindeki adamın her konuda tek başına ve kimseye hesap vermeden ülkeyi yönetmesi istenmektedir. Bu girişim Türkiye’nin 94 yıllık demokratikleşme, uygarlaşma, çağdaşlaşma çabalarını toprağa gömmek demektir. Ülkenin uluslararası dayanışmanın kaçınılmaz olduğu çağımızda dışlanması, sadece Arap ülkelerinin kucakladığı, uygarlığa sırtını dönmüş, ortaçağ karanlığına merhaba demiş yapayalnız bir ülke olması demektir. Bu ülkenin insanları bu değişime “evet” diyecekse insanca yaşamak hakkından vazgeçecek ve özgür insan olmak yerine bir diktatörün kulları olmayı kabullenecek demektir. Toplum Stefan Zweig’in AMOK adlı kitabında anlattığı toplumsal hastalığın kurbanı olacak demektir. Bu da o toplumun, o devletin yok oluş sürecinin başlangıcı olacak demektir.

17 MART’TA ANKARA'DAYIZ

Türkiye Barolar Birliği değerli Başkanı Metin Fevzioğlu başkan olduğu günden bugüne emeğe ve emekçilerin haklarına büyük önem vermiştir. Başkan olmadan önce İstanbul’da sendikacılarla yaptığı bir toplantıda, “Beyler hiçbir islam ülkesinde işçi haklarına saygı ve işçi sendikaları yoktur” demesi unutulmaz bir vurguydu. TBB emeğe saygı duruşunu bir adım daha ileri götürerek 17 Mart saat 14.00'da Türkiye Barolar Birliği'nin Balgat’taki Genel Merkezi'nde “Başkanlık Sistemlerinde Emeğin Hukuku” konulu çok önemli bir panel düzenlemiştir. Bu panelde başkanlık sistemlerinde (siz bunu diktatörlüklerde diye okuyabilirsiniz) emeğin hukukunun nasıl yozlaştırılacağı, emekçinin haklarının nasıl yadsınacağı, aralarında benim de bulunacağım, bir heyet tarafından anlatılacaktır. AKP karşısında el pençe divan duran Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen yöneticilerinin, yürekleri varsa, mutlaka izlemelerini öneririm. O gün orada diktatörlüğün emekçilere getireceği zulmün gerçekleri, anlamak istemeyenlerin suratında bir tokat gibi şaklayacaktır.