Diktatörlükten demokrasiye yol yoktur-(TAMAMI)

Sanılır ki, Türkiye’de demokrasiye geçiş sürecinde en önemli etken İsmet Paşa'nın emriyle olmuştur. Böyle düşünenler ancak tarih bilgisiyle malul olanlardır. Evet! 1946 yılında DP kuruluşu, demokrasiye geçiş İsmet Paşa'nın yardımıyla olmuştur. Paşa'nın emriyle değil. İsmet Paşa o yolu açmıştır ve 1950’de DP iktidar olmuştur. Onun içindir ki, 14 Mayıs bir yönüyle halkın beyaz devrimidir de. 10. Yılında Menderes ülkesini masada pazarlık konusu yapılacak hale getirmese, alabildiğine dış borcu "Borç yiğidin kamçısıdır" özellikle Amerika’ya borçlanmasa ipin ucunu kaçırmazdı. Rejim diktatörlüğe, demokratik yoldan ve seçimle gelmiş bir iktidar tarafından götürülmese, İnsan hak ve özgürlüklerini silah zoruyla, Sıkıyönetimler marifetiyle yön değiştirmeseydi tarih başka türlü yazılır, şimdi yakınılan askeri müdahaleler devri başlamazdı.


Tarihe bir bakın: Sezar’dan 3. Napolyon’a, ondan Hitler’e dek ne kadar diktatör varsa, hemen hepsi seçimle iktidara geldiler, halklarına demokrasi, ilerlemiş demokrasi vaat ederek diktatör oldular böylece bir sabah baktık ki, demokrasi ortadan kalkmıştır.


1947 ile 1950 arasını anımsayalım. 12 Temmuz beyannamesiyle başlayan süreç, iktidar partisi genel başkanı partisinin siyasetini tek başına çizmemiştir. Gerçek demokrasilerde nasılsa öyle yapmıştır. Açığı muhalefetle, özellikle rejimi ilgilendiren sorunları muhalefetin desteğini alarak çözme yolunu seçmiştir. Dahası iktidar grubundaki mutediller tarafından da desteklenmiş, müfrit ve fanatik milletvekilleri tarafından "muvaza yapmakla" bile suçlanmıştır. Eğer öyle olamasaydı. CHP 1950'de DP'yi iktidar yapan seçim yasasını kolay çıkaramazdı.


Batıda da böyleydi
Paşa demokrasini bu uzlaşma kültürünün demokrasi için ön koşul olduğunu batıdaki ilişkilerinden biliyordu.
Örneğin ABD'de Cumhuriyetçi Başkan Eisenhower özellikle dış politikasını Demokrat Partinin desteğiyle yürütmüştü. McCharty, Knowland gibi parti içindeki çok ters fikirli ama güçlü ABD’li politikacılardı. Eisenhower onları nasıl frenledi?


Demokratlarla güçbirliği yaparak.
İngiltere’ de o devrin lideri Churchill dış politikasında İşçi Partisinin lideri Atlee ve grubuna dayanarak iktidarını yürütmüştü. Elbette bu kolay olamamıştır. Bir yanda hukuk diyen parti, öte yanda hukuku rafa kaldıran, özel yetkili mahkemeler kuran parti varsa, insanlar aydını ve askeriyle özel hapishanler yaratmışsa, o zaman bu olacak iş değildir.


Daha yeni Alman yayın kuruluşu Deutche Welle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen aylardaki seçim zaferinin Erdoğan ve hükümetini hiç olmadığı kadar güçlendirdiğini belirterek, “Türkiye, Batı’nın vazgeçilmez ortağı olmaya sürdürürken Erdoğan’ın gücü ve ihtirasları kaygı yaratıyor” iddiasında bulundu.


DW, orduya yapılan üst düzey atamaların sivillerin ordunun üzerindeki kontrolünü güçlendirdiği gibi göründüğü ve bunun da ülke için “tarihi bir gelişme” olduğu yorumunu yaparak, AKP’nin Türkiye’yi daha çok demokratikleştirmekle birlikte, son gelişmelerin Türkiye’deki hassas kontrol ve dengelerin geleceğine ilişkin soru işaretleri de yarattığını öne sürdürüyordu.


Bu arada ayni radyoya konuşan emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, “Oyunun henüz bitmediğini ve laik ordu ve siyasi İslam arasındaki güç mücadelesinin devam edeceğini” söylüyordu.


“Türkiye’nin jeopolitik ekseni Ortadoğu ve Müslüman ülkelere doğru kaydı” diyen Eslen şöyle devam etti: “Bu genellikle ılımlı bir İslam modeli ve daha geniş Ortadoğu için bir demokrasi modeli olarak tanımlanan yeni bir Türkiye sunuyor. Türkiye ve onun siyasi kimliği böyle bir modele dönüştürülürken Türk Silahlı Kuvvetleri ve pozisyonu, işlevi ve kimliği de hedef alındı. Bu amaca yönelik siyasi bir araç haline geliyor.”
Bu işin bir tarafı. Taraflar farklı. Keşke İsmet Paşanın partisi de AKP ile flört edeceğine, gerçek demokrasinin ne olduğunu bilebilse, tarihi gerçekleri bozuk para gibi harcamasa ve 'stepne' namını tarihe yazmasaydı.


Demem odur ki; “Demokratik seçimle gelen iktidarların kafalarında dikensiz gül bahçesi, akıllı, yansız, işini yapan vatansever medya olsaydı ve keşke TSK içinde de hukuku zorlayan ve hapishaneleri subaylarla dolduracak bir anlayış yerine siyasetin doğasına ulaşmak olsaydı.


Ne seçim sandığı ne de muhalefetin uyduruk desteğiyle, korkarım biz çok yakında her yönüyle hüsrana uğrayacağımız demokrasiden diktatörlüğe tehlikeli bir geçişe hazırlanıyoruz.
İşte asıl rejim adına ürküntü ve kuşku yaratan budur.