DİSK mi yoksa KİSK mi?

İstanbul Hukuk Fakültesi'nden bir sınıf arkadaşım sosyal konularla, özellikle Toplu İş Hukuku ile yakından ilgileniyor. Sendikalarla ilgili gelişmeleri, yasalarda yapılan değişiklikleri, konfederasyonların duruşlarını yakından izler. Arada buluştuğumuzda ya da önemli bir gelişme olduğunda telefonla, bu konularda görüş alışverişi yaparız. Geçenlerde bir akşam yemeğinde birlikte olduk. Bana daha yemeğin başında, “KİSK hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu. Önce anlamadım, “Yeni bir konfederasyon mu kuruldu?” diye sordum. Hafiften güldü ve “Gelişmeleri yakından izlemiyorsun anlaşılan, ben DİSK’in yeni kimliğinden söz ediyorum” dedi. Şaşırdım. Ne demek istediğini açıklamasını istedim. Anlatmaya başladı: “1968'de Türk-İş’in partiler üstü politikasına karşı çıkarak Maden-İş Sendikası Başkanı rahmetli Kemal Türkler ve arkadaşlarının öncülüğünde kurulan DİSK, doğru bir kararla, Kara Avrupası sendikalarının (Continental Europe) uyguladığı siyasal sendikacılık modelinin esas alınmasını ve sendikalarının siyasette etkili olmasını istediler. Bu nedenle Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’i kurdular. Sosyalizmi savundular. İşçileri siyaseten aydınlatmak ve seçmen olarak oy verme davranışlarını etkilemek için eğitimler yaptılar ve sonunda disiplini son derece yüksek, uyumlu ve taş gibi bir işçi sınıfı yaratmak için çalıştılar ve göreceli olarak da başarılı oldular. 12 Eylül askeri darbesi terörün yanında DİSK’in uyguladığı yaygın grev uygulamasını müdahalenin gerekçesi yaptı. Faşist darbe DİSK’i çökertip yöneticilerini yargılayıp hapse mahku m ettiği gibi özgür sendikacılığın da canına okudu.”

SENDİKALAR SİYASETE TESLİM OLAMAZ

Bu açıklamasının ardından, “KİSK dediğin bu çerçevenin neresinde ve ne anlama geliyor” diye sordum. Soruma çok net bir cevap verdi: “12 Eylül öncesinde DİSK’in lokomotifi nasıl Maden-İş Sendikası ise sonrasında da lokomotiflik görevini Doğu illeri ve ilçeleri belediyelerinde örgütlenen ve üye sayısı bir hayli yüksek Genel-İş Sendikası üstlendi. Genel-İş HDP’li belediye başkanlarının yönlendirmesi ile sendikacılığı yanlış bir kulvara sürükledi ve parti üzerinde etkili sendika yerine parti güdümünde edilgen sendika görüşüne teslim oldu. Bu görüş HDP’yi yönlendiren PKK görüşü idi. Bu görüşü eylem ve söylemlerinde sergiledi. Bakırköy mitinginde Öcalan ve PKK bayrakları açıldı, kürsüdeki Kani Beko ağzını açamadı. PKK marşı çalındı, Beko bu yayını susturamadı ve dinlemekle yetindi. 3 Ekim tarihli Cumhuriyet gazetesine verdiği söyleşide Kani Beko, Doğu’da belediyelere kayyım atanmasını sivil darbe olarak niteleyerek belediye araçlarının PKK militanlarınca kullanılmasına izin veren Başkanları savundu. Bu nedenle işçi sınıfının çıkarları yerine PKK’nın paraleli görüntüsünü vermeye başladı. Böylece DİSK adındaki Devrimci sözcüğünü Kürtçü sözcüğü ile değiştirerek bence Kürtçü İşçi Sendikaları Konfederasyonu (KİSK) adını kullanmaya hak kazandı” dedi.

TÜRKİYE’DE KONFEDERASYONLAR ÖZGÜR DEĞİL

Arkadaşımın yorumu hayli ilginçti. Özgür sendika ve konfederasyonlar bir siyasi görüşe teslim olamaz, onun isteği doğrultusunda davranamaz. Böyle davranırlarsa işçi çıkarlarını savunan özgür kuruluşlar olmaktan çıkıp, totaliter rejimlerde olduğu gibi, hükümetin organı durumuna düşerler. Bugün her üç konfederasyon özgürlüklerini AKP ve PKK’ya teslim etmiş görüntüsünü yanlış olarak sergilemektedirler. Bu nedenle kamuoyunda saygınlıkları yerlerde sürünmektedir. Bu nedenle 14 milyon işçinin ancak %5’i, 6’sı sendikalara üye olmaktadır. Bu nedenle AKP sendikalar yerine işyerlerinde İş Konseyleri kurarak sendikaları dolanmak, AKP’li Cumhurbaşkanı, “Grev ıvır zıvır bir şeydir” diyerek grev hakkının kaldırılmasını ve sendikaları çıplak, savunmasız bırakılmasını istemektedir. Sendikalarımız yavaş yavaş ısınan sudaki kurbağalara dönmüş durumunda. Kendilerini savunma reflekslerini kaybetmişler, sessiz kuzular gibi önlerine konulduğu kadar ot yemeye razılar. Fazlasını istemeye, ayağa kalkıp karşı durmaya mecalleri yok. Pirelerin devleri yediği günleri yaşıyoruz. Bu böyle gidemez. Sendikalar, konfederasyonlar akıllarını başlarına toplamalı ve yürümeleri gereken kulvara dönmelidirler. Yoksa Osmanlı’nın son yıllarında olduğu gibi, yeniden kurulmak istenen Osmanlı İmparatorluğu'nda (!) kendilerine asla yaşam alanı bulamayacaklardır.