Disney+, Netflix ya da adım Hıdır
Disney+ kanalı çocuklara yönelik yayınlarda eşcinsel karakterlere yüzde 50 oranında yer vereceğini açıklamış. Eşcinseller hiçbir toplumda cinsel dağılımın yarısını oluşturmuyor. Batılı toplumlarda –şimdilik yüzde 50'ye ulaşmamış olsa da- dünya ortalamasının bir hayli üzerinde eşcinsellik oranı gözleniyor. Dolayısıyla Disney’in yapmaya çalıştığı işin dışlanmış bir kesimin hakkını teslim etmek değil bir hayat tarzının propagandası olduğu ortada. Bir şeyi propaganda etmek, onu duyurmak ve tanıtmak demek değil; onu rol modeli yapmak ve izlenecek yol haline getirmeye çalışmak demektir. Disney+ kanalı, Batılı toplumların yaşadığı kültürel dönüşümü dünyaya bir rol modeli olarak yansıtmaktan başka bir şey yapmıyor aslında.
Batı’dan dünyaya yayılan örgütsel modelin ekonomi-politik boyutu ile sosyo-kültürel boyutu arasında bir miktar farklılık var. Emperyalist sistem dünyanın geri kalanına üretimden kopuş, borçlanma, kozmopolitizm vb. gibi milli devlet ve toplumu çözmeye yönelik bir programı dayatıyor. Sistemin bütün ülkeleri her ne kadar sistemin mantığı içinde hareket etseler de, dünyayı küreselleştirenler ile küreselleştirilenler arasında ekonomik ve politik düzlemlerde bazı farklar görülüyor. Örneğin ABD, Çinli firmanın kazandığı ihaleyi “ulusal çıkar” gerekçesiyle iptal edebiliyor. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler dünyaya küreselleşmeyi dayatırken kendi milli ekonomi ve siyasetlerini elden bırakmamak için çaba gösteriyorlar. Şüphesiz sistemin içindeki her ülke sistemin kurallarına uymak zorunda. Ancak uluslararası sistemin büyük patronlarını oluşturan Batılı ülkeler geçmişin büyük sanayi ekonomileri. Sistemin liderliğini ABD yapmakla birlikte diğerleri de emperyalist karakter taşıyorlar ve dünyayı paylaşma iddiasının şu ya da bu ölçüde ortağı durumundalar. Bu durum ekonomi-politik düzeyde kendi milli çıkarlarını gözetmeleri konusunda güçlü bir zemin yaratıyor.
Buna karşılık sistemin merkez ülkeleri aynı ikiyüzlülüğü sosyo-kültürel planda sürdüremiyorlar. Küreselleştirme programının özellikle kültürel değerlerle ilişkili kısmı bizatihi Batılı toplumların kendi tecrübelerinden doğduğu için ekonomik ve siyasal boyutlardaki ikiyüzlülükten görece farklı bir görünüm taşıyor. Dünyaya pompalanacak kültürel değerlerin, tıpkı ekonomik ve siyasal sistemler gibi, önce kendi toplumlarında belirmiş olması, ardından modellenerek dünyaya ihraç edilmesi gerekiyor. Örneğin dünyaya tüketerek mutlu olma değerini ihraç eden ABD, en önce kendi toplumunu obezleştiriyor. En sağlıksız gıdalar, en fazla ilaç tüketimi, en fazla TV bağımlılığı türünden “hayat tarzları” önce Batı toplumlarını yozlaştırıyor. Ardından iyi bir şeymiş gibi dünyaya kültürel değer modelleri olarak sunuluyor. Uyuşturucu ve eşcinsellik en önce Batılı toplumların yeni hayat tarzı olarak beliriyor ardından dünyaya propaganda ediliyor. Disney+, Netflix türünden platformların her yerde uyuşturucu ve eşcinsellik görmesinin temel nedeni, bunların Batı’da bireyler açısından özgürleşme, kendini gerçekleştirme ve kişilik sahibi olma ihtiyacının yegane dışavurumlarına dönüşmüş olması. Yani ortada “adım Hıdır elimden gelen budur” durumu var.
Hal böyle olunca ideolojik düzeyde uyuşturucuyu özgürlükle özdeşleştirmek, cinselliği biyolojik kökünden kopartarak salt toplumsallaşma süreçlerine ve bireysel performatife indirgemek zorunlu oluyor. Queer teorisyenler, insanlığın on binlerce yıllık mirasının üzerine Derrida’cı bir çizik atıp “cinsiyet hakkında bildiğiniz her şeyi unutun, baştan başlıyoruz” diyorlar. Bireysel olanı politik ilan ederek, politikanın bütün kamusal varlığını iki bacağın arasına sıkıştırmak Batı’nın insanlığa giderayak söyleyebildiği son sözüdür: İnsanları farklı cinsel yönelimleri olan fikir sahibi insanlar olmaktan çıkararak, bazı fikirleri olan cinsel organlar olarak yeniden inşa etmek!