Distopik Çevreci ve Kömür Madenlerinin Mesih’i

Sanat eserlerine karşı “çevreci” etiketli vandallıklar giderek artıyor. Geçen hafta Van Gogh’un Londra “Ayçiçeği” tablosu da bu vandallıktan nasibini aldı. Bir “çevreci” eylem grubunun üyeleri, İngiltere hükümetinin fosil yakıtları politikasına karşı tabloya domates çorbası atarak protesto gerçekleştirdi. “Çevrecilerin” son zamanlarda sanat eserlerine yönelik bu tarz eylemleri oldukça dikkat çekici. Aslında, çevrecilere en yakın kitlenin sanatseverler olduğu düşüncesi, bu saldırıları daha da ilginç kılıyor. Her ikisi de ilgili oldukları alanların kendi estetiklerine duyarlılar. Sanat doğadan, doğa da zaman zaman sanattan beslenir ve estetik atmosferlerini birlikte zenginleştirirler. Ancak, çevreci grupların küresel güçleri eleştirmek için yaptıkları bu eylemler, başka bir estetik alanı hırpalıyor. Ve bu durum, onları küresel güçlerle birlikte distopik bir geleceği inşa etmeye yönlendiriyor. Dahası, kendilerine yakınlık duyan bir kitleyi (sanatseverleri) kaybederek daha da marjinalleşiyorlar.

Sosyal medyadaki tepkilere baktığımızda ise iki nesne öne çıkıyor: Heinz marka domates çorbası (istese de bu kadar reklamını yapamazdı) ve “Ayçiçeği” tablosu. Eylemciler, eylemlerinde kullandıkları pasta, domates gibi nesnelere iklimin aciliyetiyle bağlantı kurdukları “gündelik nesneler” gibi bir sembolik anlam yüklemiş. Diğer yandan, saldırıya uğrayan sanat eserlerinin önünde koruyucu bir camın olduğunun bilinmesi, “çevrecilerin” eylemini sembolik hale getiriyor. Ancak, eylemcilerin eylem araçlarının sembolleri için gösterdikleri “bilinç”, saldırdıkları eserlerin simgesel içerikleri için geçerli değil. Örneğin, “Ayçiçeği” distopyanın değil, mutluluğun, umudun, güneşe bağlılığın, nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya ütopyasının simgesi. Yani bir çevrecilik simgesi de. Ya tablonun ressamı neyi simgeliyor? Bunu bilmemek daha da acı. Eylemcilere sosyal medyada destek çıkan aktivist Bourke Van Gogh’un hakkını vermeye çalışmış: “Van Gogh bir radikaldi …Ayçiçeklerinin yanı sıra yoksulluk tasvirlerini de çalışmalarının bir özelliği haline getirdi, insanlar için insan figürleri yapmak istedi” diyor. Sanat eleştirmeni Donald Kuspit de bu düşünceyi destekliyor: “Gerçekten de Van Gogh sanatın insani yönünü göstermek istiyordu. Van Gogh, sanatı insani amaçlarla donatıyor ve böylece sanatın mucizeler yaratabileceğine inanıyordu”.

Vincent Van Gogh, Kömür Kürekçisi, desen, 1879

BİR YILDIZ BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ GÖKYÜZÜNE BAKMAK

Van Gogh’un 1878’de yaşadığı Borinage bölgesindeki bir köylünün torunu olan bayan Châlet’ten de sanatçının insani yönünün öğreniyoruz: “Mösyö Vincent, deyim yerindeyse işçilerle eşitti. İşçiler gibi giyinmişti. Bu onları çok etkiledi, çünkü onun gerçek bir kardeş olduğunu hissettiler. Mesafe yoktu. Gerçekten anlaşıldıklarını hissettiler... ve hep ‘Mösyö Vincent bir melekti!’ derlerdi.” Van Gogh 1878'de henüz ressamlığa soyunmadan önce, Avangelist bir vaiz olarak Belçika’nın kasvetli bir maden bölgesi olan Borinage'ye geldi. Madencilerin yaşamının sefaletinden ve zorluklarından derinden etkilendi. Onlara yardım etmek için sahip olduğu her şeyi, giysilerini, parasını verdi ve onlar gibi aşırı yoksulluk içinde yaşadı. Bayan Châlet, Van Gogh’un madenci ailelerine olan yardımlarını büyüklerinden sık sık dinlediğini söylüyor: ”büyükannem ve kömür madencilerinin eşleri cüruf yığınlarında kömür ararlarmış. Mösyö Vincent onlarla birlikteymiş ve yığınların üzerinde kömür toplanmalarına yardım edermiş. Hamile olan hanımların yükünü alır ve yorulmaması için evine kadar taşırmış." Van Gogh’un insani yönü nedeniyle madenciler ona 'kömür madenlerinin Mesih'i' diyordu. Artık vaaz vermiyor, öğretmiyor ve adeta bir dilenciye benziyordu. Belçika Evanjelizasyon Okulu onun bu haline öfkelendi ve görevden aldı. Gidecek hiçbir yeri ve yapacak bir işi olmayan Vincent’in bu madenciler için yapacak bir şeyleri olmalıydı. Sanata yöneldi ve kendi kendine resmin temellerini öğrendi. Onu büyüleyen bu madencileri çizmeye başladı. Bayan Châlet, koşulların pek iyi olmadığını ifade ediyor: “…büyükannem, akşamları Van Gogh’un şömineden aldığı odun parçasıyla küçük adamları çizdiği büyük kağıtlardan bahsederdi, sabahleyin bu kağıtları toplar, şöminedeki ateşi yakardı." Van Gogh’un yaşamı madencilerle öyle iç içe geçmişti ki bazen kendisi de yerin 700 metre altındaki madene iniyordu. Kardeşi Theo’ya yazdığı meşhur mektuplarından birinde madenden gördüğü gökyüzünü şöyle tanımlamıştı: “...bir tür sepet veya kafeste 500-700 metre derinliğindeki bir madene inmek tatsız bir iştir, aşağıdan yukarıya doğru bakıldığında, gün ışığı gökyüzündeki bir yıldız kadar büyük görünür.”

Borinage'da eski kömür madeni işletmesinin çizimi

MADEN KAZALARINDA YORULMAZ YARDIMCI

Van Gogh bu bölgede maden kazalarına da tanık olmuştu: “Sevgili Theo, Marcasse’deki en eski ve en tehlikeli madenlerden birinde 6 saat geçirdim. Bu madenin kötü bir ünvanı var, çünkü birçoğu içinde ölüyor, ya gaz patlıyor, ya da eski geçitlerden içeri giren su nedeniyle boğuluyorlar. İlk bakışta bu yerin ve etrafındaki her şeyin kasvetli ve ölümcül bir yanı var. Oradaki işçiler genellikle ateşli hastalıktan dolayı solgun, yorgun ve erken yaşlanmış görünüyorlar”. Burada yaşadığı süre içinde kazalara bizzat şahit olmuştu: “Sevgili Theo, ...o zamanlar size bir gaz patlamasında fena halde yanan madenciden bahsetmiş miydim? Tanrı'ya şükürler olsun ki şimdi iyileşti, dışarı çıkıp dolaşıyor ve egzersiz için uzun yürüyüşler yapmaya başlıyor, elleri hala zayıf ve onları işi için kullanabilmesi biraz zaman alacak... Ancak o zamandan beri, kabuslar ve kötü rüyalar görmesine neden olan ateşli hastalık da dahil olmak üzere, birkaç öldürücü vaka oldu.” Van Gogh bu maden bölgesindeki kazaları sadece gözlemlemedi, madencilerin hep yanındaydı ve onlara yardım etti. Aynı dönemde olayın şahitlerinden Jean Denis yazdığı mektupta bunu açıkça dile getirmişti: "...Belçika Kömür Madeni'nin 1 numaralı şaftında birkaç işçinin yandığı bir patlama meydana geldi. Arkadaşımız Vincent hiç dinlenmeden yardım etti, gece gündüz çamaşırları kesti, bunlardan balmumu ve zeytinyağı ile büyük kumaş şeritleri oluşturdu ve yangın felaketinde yaralanan kurbanların yardımına koştu...".

Vincent Van Gogh, Borinage Kok Kömürü Fabrikası, suluboya, 1879

SANAT HAYATINA YANSIYAN ONURLU PORTRELER

Bu kasvetli madenci bölgesinde sanatçının çabaladığı her şeyde, bu zavallı insanlar için bir anlam taşıyor olma arzusunun ifadesi vardı. Bunu bir vaiz olarak başaramamıştı, ama belki de bir ressam olarak başarıyordu. Empatisi, sonraki tüm çalışan kadın ve erkek portrelerine yansıdı. Resimlerindeki işçiler her zaman onurluydu, ama asla duygusal değildiler. Onları gerçekten iyi tanıyordu. Aynı yıl kardeşi Theo’ya yazdığı mektubunda bu insanları: “Sevgili Theo,...buradaki oldukça küçük yapılı, kare omuzlu, kasvetli, derin gözlerle bakan insanlar çok eğitimsiz ve çoğu okuma bilmiyor. Ancak, zor işlerde zeki ve cesurlar. Yeteneklidirler ve inanılmaz derecede sıkı çalışırlar. Gerginliğe çok eğilimler… köklü bir nefrete ve etraflarında patronluk yapmaya çalışan herkese karşı doğuştan gelen bir güvensizliğe sahipler.” diye tanımlar. Bu maden bölgesinde madenci aileleriyle, onlar gibi yaşamak Van Gogh’u canlandırmıştı. Kardeşi Theo'ya: "Enerjimin geri döndüğünü işte bu aşırı yoksulluk içinde hissettim" diye yazdı. “Yeniden çizmeye başladığım için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.” Van Gogh, iki yıl sonra 1880'de bu madenci bölgesinden ayrıldığında, geriye sadece sanat hayatının çırak döneminden kalma birkaç basit eskiz ve kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplar kalmıştı.

Bunlar, Van Gogh’un “Ayçiçeği”ne domates çorbası atan çevreci eylemcilerin akıllarına gelmiş midir? Sanmam. Ama bizim aklımız da, yüreğimiz de Amasra’da. Amasra’daki yürekleriyle, emekleriyle kara madenleri aydınlatan madencilerde. Bu yazımın onlar için biraz da olsa anlam taşıyor olmasını umarak, maden ocağındaki patlamada hayatını kaybeden ve yaralanan madencilerimize ithaf ediyorum.