Doğru zamanda doğru yerde olmak mı?

Colorado’nun Kayalık Dağlarından, yangından mal kaçırır gibi inmek zorunda kaldığımız günün akşamında, nihayet ölmeden motelimizdeyiz. Arabanızı oda kapısının önüne park edebildiğiniz zaman, oteller motel oluyor sanırım. 18 tekerli tırların arasında, gece yağan karın kayganlığında her saniye ölümle karşı karşıyasınız bu kış gününde.

Bir yanlış hareket, sizi otoyolun dibinde akan, aslında otoyolun takip ettiği Colorado nehrinin buz gibi sularına gönderebilir. Ama nedense bu devasa TIR şoförleri, bambaşka birer yaratıklar doğrusu. Hava durumu sanki onlar için bir eğlenceymiş gibi, basıyorlar gaza.

Fakat arada bir, kocaman bir yastık misali otoyolun ortasında boylu boyunca uzandıkları da oluyor. İşte sadece birkaç saat önce, yine bir TIR Kayalık Dağların 3500 metre tepelerindeki Veil geçidi civarlarında devrilince, yollar kapanıverdi ve biz de yüzlerce yolcu ile kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde, kahve üstüne kahve içerek dört saat geçirdik.

Yaşarken korkunç gelen bu anıyı, Kayalık Dağların eteklerindeki sıcacık motel odasında heyecanla hatırlayıp, konumuzu Amerikan Rüyasına getirmek istiyoruz. İki yüz senedir edebiyatı yapıla yapıla gına getirilmiş olan Amerikan Rüyasının bugünkü hallerine, son bir ayda yaptığımız 5 bin kilometrelik seyahatlerimiz sırasında gözlemlediğimiz olgularla bir göz atalım istedik.

ESKİYEN FORMÜLÜN YENİ HALLERİ

Amerikan Rüyası aslında “doğru zamanda, doğru yerde” bulunduğun zaman, kucağına düşeceğine inanılan bir hayal olarak formüle edilmişti. Clint Eastwood filmlerinde sürekli izlediğimiz gibi, eğer bu doğru zamanı aynı zamanda doğru yerde bulunca, Amerikan Rüyası sizin oluvermekteydi. Buradaki “Doğru Yer” aslında kocaman kıtanın her metrekaresi olarak tanımlanmıştı.

Yeter ki siz “Doğru Zamanı” yakalayıp oraya yerleşin, rüyanız tamam haline gelecekti. Benim dediğiniz yerde, sizden daha önceleri zaten var olanların varlığı, yok sayılabilirdi eğer elinizde silah varsa ve gözünüz insan hayatını görmez hale gelmişse!

Bunun teorisini de 1800’lerde yaparak, hemen pratiğe geçirmişlerdi. "Önceden Belirlenmiş İlahi Kader", 19. yüzyıl Amerika Birleşik Devletleri'nde, Amerikalı yerleşimcilerin Kuzey Amerika boyunca batıya doğru yayılmaları gerektiği ve bu durumun hem açık ("apaçık") hem de kesin ("kader") olduğu inancını temsil eden bir ifadeydi.

Bu inancın kökleri, Amerikan istisnacılığına ve Romantik milliyetçiliğe dayanıyordu ve Cumhuriyetçi yönetim biçiminin böylece kaçınılmaz olarak yayılacağını iddia etmekteydi. Bu, Amerikan emperyalizminin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ilk ifadelerinden biriydi. Ve elbette son ifadesi de olmayacaktı.

İlginç bir şekilde, İsrail’in kuruluşu ve o ülkenin bugünlerdeki problematik haline gelişinde kullanılan “Vadedilmiş topraklar” efsanesi ile aynılığı çok dikkat çekicidir. Tarihçi William Earl Weeks'e göre bu kavramın arkasında üç temel ilke vardı:

ABD’NİN BİRİCİKLİĞİ VE İSTİSNALIĞI

İlk olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nin eşsiz ahlaki erdeminin varsayımı.

İkincisi, Cumhuriyetçi hükümetin ve daha genel olarak "Amerikan yaşam tarzının" yayılmasıyla dünyayı kurtarma misyonunun öne sürülmesi.

Üçüncü olarak da, bu görevi başarmak için, Amerikan ulusunun ilahi olarak belirlenmiş kaderine olan inanç.

Önceden belirlenmiş bu ilahi kader, siyasette büyük ölçüde bölücü olmaya devam etti ve bu yeni eyalet ve bölgelerde kölelik konusunda sürekli çatışmalara neden oldu. Bu, aynı zamanda yerli Amerikalıların, yerleşimci-sömürgeciler tarafından yerlerinden edilmesiyle ve o dönemde kıtada Amerika Birleşik Devletleri sınırlarının batısındaki toprakların ilhak edilmesiyle de ilişkilidir.

Bu fikir, Demokrat Parti'nin kazandığı ve bir yıl içinde "Manifest Destiny=Açık Kader" ifadesinin icat edildiği 1844 başkanlık seçimleri sırasında, birçok önemli kampanya meselesinden biri haline getirildi. İşin ilginç tarafı, aynı Demokrat Parti, aradan geçen 180 seneye rağmen “Amerikan istisnacılığı ve biricikliği” ve “Vadedilmiş topraklar” konusunda, Biden ve Kamala Harris yönetimi altında hala aynı noktadadır. Elbette artık tüm dünyanın ABD için “vadedilmiş topraklar” olduğu inancını şiddetle savunarak.

RÜYANIN İLK KURBANLARI: KIZILDERİLİLER

Gelelim bunun “Amerikan Rüyası” ile ilişkisine. İlk yüz yıla yakın sürede, ABD topraklarında yapılan vadedilmiş toprakların paylaşımı savaşında, en büyük kaybedenler bu toprakların asıl sahipleri olan yerli halklar olmuştu. Amerikan Rüyası, yerliler için Amerikan Kâbusu haline geldi ve hala da devam etmekte.

Kaliforniya, New Mexico, Arizona, Utah, Nevada ve Colorado’daki yollardan geçtiğimiz tüm topraklarda, bir zamanlar milyonlarca kızılderilinin özgürce at koşturduğu ve özgür hayatlarını yaşadığını hatırladık.

Şimdilerde ise, dağların ve çöllerin ücra köşelerinde geride kalan nüfuslarını yaşatma savaşı vermekteler.

Bakmayın kasabalara, sokaklara ve nehirlere kızılderili isimlerinin verilmiş olmasına. Gerçekte, onlar Amerikan Rüyasından kendilerine armağan edilen kumarhaneler (casino), ucuz benzin istasyonları ve alkol bağımlılığı ile eriyip yok olmaktalar şimdilerde.

Öte yandan, ilk yüz senede Amerikan Rüyasına ulaşabilmiş olanların büyük bir kısmı bile, son yüz senedeki Amerikan emperyalizmi sayesinde, toplumsal piramitte en aşağılara düşmekten kaçamadılar.

Bunu, bir geceyarısı Las Vegas’ın arka sokaklarında ürkerek yürürken de fark ettik. Bu şehir sanki anlatmaya çalıştığımız “Amerikan Rüyası ile Kâbusu” konusunda çok açık bir metafor gibiydi.

Bir tarafta milyonlarca ışığın aydınlattığı “yüksek hayatların ifadesi” MGM, Luxor, Caesar’s Palace türündeki kumarhaneler, bir yandan da arka sokaklardaki o kadar yüksek olmayan hayatların yerlerde sürünmesi, bu kutuplaşmanın çok berrak bir ifadesi idi.

YILDIZLARIN ALTINDA UYUMAK TERCİHİ!

Aslında aynı kutuplaşmaya Santa Fe’nin, Flagstaff’in, San Francisco’nun, Denver’in, Charlotte’nin ve hemen hemen gittiğiniz her şehir ve kasabanın gerçekliğinde görebilirsiniz, eğer görmek isterseniz elbette.

Daha geçen gün Amerikalı bir arkadaşımıza “evsizlerin’ durumundan şikâyet ettiğimizde, “onların önemli bir kısmı açık havada bulunmayı tercih ettiklerinden sokaktalar” demez mi? Böyle kimselere elbette “Amerikan Rüyası” konusunda laf anlatmak mümkün olmayacaktır.

İşin özü, “Amerikan Rüyasının” gerçekte ne olduğunu, Bakersfield sokaklarındaki evsizlere, Las Vegas’ın arka sokaklarında ya uyuşturucu ya da kendini satanlara, evinin iki aylık taksitini ödemediğinden dolayı sokağa atılan ev sahiplerine, Kaliforniya tarlalarında çilek toplayan kaçak Meksikalı işçilere, üniversite parasını ödemek için, hemen her üniversite şehrindeki striptiz kulüplerinde dansçı adı altında çalışan genç kızlara sormak gerek.

Jeff Bezos mutlaka “doğru zamanda, doğru yerde bulunma” piyangosunu kazanmış olabilir ama, onun gibi bir avuç Amerikan Oligarklarının dışındaki milyonların, hala Amerikan Rüyası peşinde koşacaklarına inanmak zor artık.

5 Kasım’daki seçimlere damga vuran gerçek, Amerikan halkının Trump gibi bir milyarder önderliğinde de olsa, mevcut kurulu düzenle ilgili artık pembe hayaller kurmadığı ve Amerikan Rüyasından belki de artık uyanmaya başladığıdır bizce.