Doğu Akdeniz’de kavgaya girmezsek...
Yunanistan’ı ziyaret eden (Ekim 2015) eski Fransa Cumhurbaşkanı Hollande şunu söylemişti: “Doğu Akdeniz’de doğalgaz yataklarının bulunması Yunanistan ve Avrupa için büyük bir fırsattır. Deniz hukukunun üstün çıkacağına inanıyorum. Fransa bu yataklardan Yunanistan ile birlikte istifade etmenin yollarını aramalıdır.”
Batı bakış açısı ile Türkiye, “bütün hak ve çıkarlarına doğrudan veya dolaylı yöntemlerle el konulabilecek” bir ülkedir. Hollande’nin açıklaması insaf ve izandan yoksundur. Doğu Akdeniz’de en uzun sahile sahip olan Türkiye’ye hiçbir hak tanınmazken, bu denize sınırı bile olmayan Fransa ve Yunanistan’ın doğal gaza sahip çıkma çabaları, ancak yağmacılıkla açıklanabilir. Ayrıca bu mesaj dolaylı olarak şunu da dikte etmektedir: “Biz, Avrupa Birliği (AB) ve Fransa olarak Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’ni bir ve bütün kabul ediyoruz.”
KKTC İLE BÜTÜNLEŞME DIŞINDA ÇÖZÜM YOKTUR!
AB, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yok saymakta, Yunanistan ve GKRY’yi bütünleşik bir coğrafi alan olarak kabul etmektedir. Adada dayatılan emperyalist çözümü kabul etmek, Kıbrıs’la olan her türlü olası sorunda AB ile karşı karşıya gelme anlamındadır. AB’nin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve deniz kaynaklarından istifade etme gibi konularda Türkiye’ye anlayış göstereceğini sananlar büyük bir hayal kırıklığı yaşar.
Diğer taraftan ABD, İsrail, Yunanistan ve GKRY, diğer bir ifade ile Haçlı-Siyonist şer ittifakı Türkiye’ye karşı Yunanistan’da ortak tatbikat yapmayı da içeren düşmanca bir tutum içindedir. Bu tatbikata Türkiye düşmanlığı tescil edilen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) adlı Haçlı-Siyonist hizmetkârı kukla devletçiğin de katılması tam bir ibret vesikasıdır. Türkiye’nin MEB’ini yok sayan uluslararası girişimler hız kazanmıştır. Mısır bile bu kirli oyunun ucuz bir figüranıdır. Bu koşullar altında Türkiye’nin KKTC ile entegrasyon dışında hiçbir çıkış yolu yoktur. Çünkü bunun dışındaki bütün çözümler Türkiye ve KKTC’yi Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarında ciddi kayıplara uğratır. Türkiye altından kalkamayacağı ağır bir jeopolitik darbe yer!
KIBRIS TAARRUZU DERHAL BAŞLATILMALI!
Türkiye, KKTC ile daha geniş bir alanda ve kurumsal olarak yakınlaşma için adımlar atmalı ve bu yöndeki utangaçlığından bir an önce vaz geçmelidir. Kıbrıs’taki hak ve çıkarlarımızı herkese karşı koruma kararlılığını göstermeliyiz. KKTC’nin tanınması yönündeki diplomatik girişimler bir an önce başlatılmalıdır. Kıbrıs, Kıbrıslı Türklerden daha çok Türkiye Türklerinin geleceğini etkileyecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kıbrıs’la tarihe mal olmuş ve silinemeyecek bağları vardır. Kıbrıs davası, Mehmet Ali Talat, Mustafa Akıncı, Özdil Nami gibi kime ve neye hizmet ettiği bilinmeyen insanların insafına terk edilemez! Bu nedenle Türkiye bu alana, “Ben iyi niyetliyim, sorunu çözerim!” gibi sığ yaklaşımlarla değil, bir devlet ciddiyeti ile tarihsel bir perspektiften yaklaşmalıdır.
Önemli olan, ne anlama geldiği belli olmayan “sorunu çözmek” değil, Türkiye lehine olduğuna inanılan herhangi bir statünün, koşullar ne olursa olsun, “yasal” ya da “de facto” olarak sürdürülmesidir. Bu on yıllar, hatta yüz yıllar alabilir! Devlet demek bu kıyasıya rekabete dayanma yeteneği demektir. İşte tam da bu nedenle çığırtkan siyasetçilerden daha ziyade devlet adamlarına ihtiyaç vardır.
Atılacak ikinci adım, hiç gecikmeden ve hiç kimseden çekinmeden, hakkaniyetine inandığımız Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgemizi (MEB) ilan etmek ve onu gerekirse askeri tedbirlerle korumaktır. Bundan sonraki aşama ise Türkiye ve KKTC’nin ortak bir MEB ilan etmesi olmalıdır. Eğer bu konuda gecikirsek, AB’yi arkasına alan Yunanistan avuç içi büyüklüğündeki Meis adasını gerekçe göstererek bizi Akdeniz’den dışlayacak tarzda geniş bir alanda kendi bölgesini ilan edecektir. Bu haksız ve hukuksuz uygulamanın, Batı, İsrail ve özellikle AB-D’den destek göreceğini söylemek herhalde kâhinlik olmaz! En iyi savunma hücumdur. Türkiye, Kıbrıs’taki makûs talihini değiştirecek cesur, yerli ve milli politikacılar arıyor...