DOĞU TABLETLERİ: 56. Tablet, İbrahim

Sıkışan ulu kan, İbrahim’le arındırdı kendi özünü,

Avcıydı, koparıp alandı halkının hakkını eliyle.

Ap-Ra-Kan! Hu! Ap-Ra-Kam! Ha! diye diye,

Tanrıyı yere indirdi, insanı çıkardı gök katlarına,

Dirilişin atası yapılan, ulu kelamın birliğiyle.

Evet, söz birliği, on bin yılın getirdiği ağrılı beden,

Çölün ve bozkırın, Urfa’nın ve bütün Kanan’ın,

Sinir uçlarını göğüs kaslarından geçirdiğidir.

Ağrılı ruh, iki elinin ayasıyla göğün tavanını kaldırdı.

Ap-Ra-Kan! Hu! Ap-Ra-Kam! Ha! diye diye,

Yukarı kaldırınca derin bir soluk aldı sıkışan insan.

O, putlara tapanlardan olmadı, erdemler sundu:

Oydu, haydi gidelim diyen, haydi kalkının!

Bir söz yeli gider gelir, güneşin doğduğu Asya’dan,

Buz içinde mayalana mayalanıp gelir, beriye,

Horasan’dan, Şam’dan beri doldurur Anadolu’yu.

Haydi, bizi çağıran sese dönelim, bakalım halimize.

Acı vereni düşlemek, onların kutlu dudaklarıyla,

Kim derdi ki, o hakan halkıyla göğe ağacak.

Onlarda kucaklanan Mezopotamya ana ve Mısır,

Haydi, yıkalım eski çarşıların para putlarını,

Yolunu açalım, yıkar gibi suyu bağlayan bendi.

Yayılsın ayetlerin bereketi buğdaylı ovalara,

Geçsin öne, rahim rahman olan, brahmandan beri.

“Ey ateş soğu! Ey iklim esenlik ol İbrahim'e!”

Diyor ki ozan, düş kuramayan düşer taş gibi yere.

Yakamaz hiçbir ateş, olsa eğer ateşin baş Ra’sı,

Üşür çöl tepeleri, bölüşür yangınını büşra,

Yaşar insanda ol çağrı, toplanmıştır kurtuluş düşü.

Der: Söndürün zalimin yaktığı kardeş ateşini,

Kurban edin kendi nefsinizi ilahi barışa…

Cennet bahçeleri kurun Filistin’de, Kudüs’te.

Sürüp yürüsün geleceğin damarlarında ol muştu,

Ap-Ra-Kan! Hu! Ap-Ra-Kam! Ha! diye diye,