Doğu'da asayiş sorunu-(TAMAMI)

Doğu ve Güneydoğu’da olup bitenler artık asayiş ve şekavet meselesini çoktan aştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra başlayan isyanların ellerindeki bayrak “Din elden gidiyor. Ayaklanın ey Ümmet-i Muhammet” diye algılanır. Ancak durumu iyi tanımlayanlar zaten bölgede var olan Şekavet (eşkiyalık) olaylarının asıl nedenini tanımlamakta uzun süreyi yitirmişlerdir. Cumhuriyet'in Tek Parti -tek Şef döneminde o bölgelere çok fabrika yapılmış, çok iş alanı açılmıştır ama, Doğu'nun makus talihini yenmek mümkün olmamıştır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, savaştan nefret eden bir savaş ilahıydı. 1938'de bizi terk ettiği zaman sadece 57 yaşında Çankaya’ya sığmayan devrim üzerine devrim için, içi tutuşan bir komutandı. Savaş boyunca büyük devletlere kafa tutan bu çılgın Türk, aynı zamanda çevresinde bir “Barış Çemberi” kurmak için elinden geleni yapmıştı. O nedenle Balkan Paktı, Sadabad Paktı kurulmuştu. O nedenle kendisiyle konuşan yendiği Yunanlıların büyük devlet adamı Venizelos onun için şöyle demişti:

“Büyük bir adam. Eşi emsali görülmemiş bir savaşın muzaffer komutanıyken, barışçıl bir büyük Devlet Adamı. Onu hayatım boyunca unutmayacağım.” Nitekim Atatürk ve Venizelos yıllar boyunca mektuplaşmışlar ve Türk- Yunan dostluğunun temelini atmışlardır.

Düşünün; siyasi ömrü, tüm yaşamının sadece 15 yılıdır. Gerisi savaş alanlarında geçen bu tarih yazan insanın kurduğu devlet bakın şimdi savaş tamtamları çalan savaşı hiç yaşamamış adamların ellerinde.

Geçen akşam Ulusal Kanal’da Banu Avar’ı dinlerken tüylerim diken diken oldu. Banu Avar ve arkadaşları Suriye’den yeni dönmüşlerdi ve bize TV kanallarının ve gazetelerimizin verdiklerinden bambaşka bir manzarayı aktarıyordu. Demek ki bize yutturulanlar gerçekdışı bir komplonun yansıtılmasıymış. Banu Avar gerçeklerden korkmayan ve gördüğü gerçeği yansıtmayı yurttaşlık borcu bilen bir meslektaşımız. Atatürk- İnönü Dış politikalarını gerçek bir barış çemberi kurmak için uğraşmışlardı, şimdi “Komşularımızla sıfır sorun!" diyerek yola çıkanlar savaş tamtamlarını çalıyorlar. Sonra da İran’dan tehditvari bir mesaj, o çemberi neredeyse kıracak. Mesaj, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’den geliyor. Türk dış politikasının emin ellerde olup olmadığına artık siz karar verin. Oysa durum farklı, bir yanda Bağdat sokaklarını kan gölüne çeviren adını da demokrasi koyan bir emperyalizm, Türk devletinin 88 yıllık geleneksel dış politikasını önüne katmış maceralara sürüklüyor. Öte yandan terör acımasızca kan döküyor.

Afgan ulusu özgürlüğüne kavuştuğunda onu ilk tanıyan Atatürk Devleti olmuştu. Sonra da İran. Neden, Müslümanların yaşadığı bu bölgede mazlum milletlerin koruyucusu, barışçıl önderi Türkiye Cumhuriyeti vardı da onun için.

Atatürk'ü terk edince böyle olduk...
Mustafa Kemal 57 yaşında bizi terk etti ama onun en yakın kader ve silah arkadaşı İsmet Paşa onun dış politikasının yeni uygulayıcısıydı. Ne 2. Dünya savaşını yaşadık, ne İslam devletlerinin topraklarına göz diken emperyalizmin değirmenine su taşıdık? Asker askerliğini bildi, siyasetçi barış içinde birlikte yaşamanın değerini…Bu tam 86 yıl böyle sürdü gitti.

Ne oldu bize ki; artık devlet adamı yetiştiremez, sokaktaki toplama adamların Tüccar siyasetçi oldukları bir sürece balıklama atladık?

Askerimizi başımızın üstünde taşırdık. Askerleri sokakta gördük mü, alkışlardık. Şimdi bırakın askerimizi sokaklarda üniformalı subayları görmeye hasret kaldık. Kimi emekli edildi, kimi HASDAL'da ikamete memur?
Genelkurmayın çift yıldızlı en mahrem köşelerine yabancı buyruklarını buyur ettik. Or ve Korgenerallik için 40-50 yıl bu vatana hizmetten başka bir şey düşünmeyenleri darbeci diye damgaladık. Yıllarca hapiste tutuklu adında bir yargısız infazı onlara layık gördük, onların tümünü yargılamadan infaz ettik. 4 yıldır Silivri’de, Hasdal’da yatan aydınlarımız, ya Generaller amirlerimiz? Onların bahtsız eşleri Vardiya nöbetini eşlerinden devir aldılar. TSK ne Balkan Harbinde ne de Kurtuluş Savaşı'nda vermediği subay kaybını 10 yılda verdi. Böyle giderse savaşacak, askerine komuta edecek General bulmakta güçlük çekeceğiz. Ülkeyi kim koruyacak? Polis Devleti mi? Öyle olsa jetleri kim uçuruyor? Askerlik sadece savaş görevi değil, ayni zamanda disiplin, ahde vefa mesleği diye öğrenmiştik. Ne vefa kaldı, ne moral? Niçin, niçin?

Libya’nın petrollerini, Suriye’nin İran’a açılan kapısını emperyal güçlere yolgeçen hanı yapmak için mi?

Şekavet kentlere inmiş, terör kim bilir kimin kontrolünde? Newyork Times'e bakarsanız, Karayılan tasfiye edilmiş, onun yerine bir başka Suriyeli terörist başı gelmiş! Hani APO önemliydi, hani onunla devlet usulünce müzakeredeydi. Hani analar artık ağlamayacaklardı? Şimdi kartlar el değiştirmek üzere ve bunu görmezden geliyoruz.

Yeşil tayyörlü, Bayan Clinton’un ağzına mı bakıyoruz?

Bakın 1938’den sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü o bölge için ne diyor:

“-Biz Fransız hududundaki daimi ihtilafın ve asayişsizliğin hakiki sebeplerine tam teşhis koyamamışızdır. Fransa , Fransa ile münasebetlerimiz çok iyi derken Suriye’den Türkiye’ye kaçakçılığın ve yine Suriye’den Türkiye’ye sarkınlık şeklindeki taarruzların sonunu almak mümkün olmuyordu” Neden? Suriye’de muktedir bir iktidar yoktu da ondan. Araplar oralara egemendi. Paşa anlatıyor ki:

“Şekavet huduttan geçerek Diyarbakır civarına kadar gelmiş olan taarruz çeteleri Mardin ile Diyarbakır arasındaki münasebetlerimizi kesmiş. Asayiş ve şekavet meselesi Anadolu’da daimi bir dert halini almış”
İsmet Paşa bu süreçte bile diyor ki:

“ Hükümetin eşkıya ile uğraşmak için başka bir eşkiyayla işbirliği yılllardır bir idare şekli olarak memleketin geleneğinde var. Biz Cumhuriyette böyle bir yola girmedik.”

Ne yapmışlar peki?

-“Devlet idaresinde böyle bir şeyi benim aklım almaz. Siyasette almıyor, nerede kaldı ki şekavette alsın?”( Kaynak – İ.İnönünün anıları s-604)

İşte 88 yıl böyle yaşandı. Ya şimdi ne olacak?