Dolar krizine yuan çare olur mu?
Adını koyalım Türkiye, bizim öngörümüzle en iyi ihtimalle dört çeyrek sürecek bir stagflasyon sürecine girmiştir. Cuma günü yaşanan dolar krizi bu sürecin miladıdır. Aynı zamanda 2013'ten sonra başlayan sürecin de sonucudur. Dünya ölçeğinde ekonomik/ticari anlamda yüzde birlik yer kaplayan ülkemizin, özellikle Batı basınında son birkaç yılda bunun kat kat üzerinde olumsuz haberlerle yer bulması da finansal sermayenin Türk piyasalarından kaçışını hızlandırmış, gelecek olanı da ürkütmüştür. Buna neden olan; ister Hükümet'in ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sert üslubu deyin ister faiz lobisi, üst akıl ve dış güçlerin kumpası deyin bir şey değişmez. Olan olmuştur. Prof. Dr. Güven Sak'ın deyişiyle vakıa ile kavga edilmez.
BİZ BİTTİ DEMEDEN BİTMEZ
Yazının konusu farklı olduğu halde neden böyle bir girizgah yaptım derseniz; yaşadığımız kriz karşısında adeta zil takıp oynayan kimseler görüyorum. Efendiler kendinize gelin! Batan Beştepe değil Misak-ı Milli'dir. Hükümet'e muhalif olmakla devlete, ülkeye ve millete karşı olmayı karıştıranlar olduğunu görüyorum. Geçen hafta Twitter'da yazdığım şu yorum (Bence bankalar batmaz bunlar abartı. Döviz geliri olmayıp da borcu olan şirketler batar. Ekonomi 4 çeyrek stagflasyon yaşar. Eskiden yaptığımız hataları yapmazsak sonra önümüz açık. Ülkenize, devletinize güvenin, panik yapmayın. Bu ülke çok krizler gördü, hepsini de aştı.) sonrası gelen eleştiriler beni bu satırları yazmak zorunda bıraktı. Evet bu kadim millet çok badireler atlattı, bitti denildiği anda bir kurtuluş savaşıyla tarih sahnesinde küllerinden doğdu. Türk milleti, zorlukları aşmadaki cesareti ve kararlılığını yitirmediği sürece biz bitti demeden bitmez.
KARAR ALMA CESARETİ!
Evet bir krizin içine daldık. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. 1 Nisan 2017'de bu köşede kaleme aldığım "Bu büyüme krize davetiye çıkarır" başlıklı yazımda da vurgulamıştım. Meraklısı açıp okuyabilir. Şimdi krize girdik diye Hükümet cephesinden "Merak etmeyin, bizim de milletimiz var" teraneleri dışında somut bir açıklama gelmiyor diye paniğe kapılmaya gerek yok. Elbette devlet büyüklerimizin de bildiği bir şey vardır. Sonuçta 24 Haziran'da milletimiz yetki verdi. 16 yıldır ülkeyi yönetenler bu süreçleri öngörerek bir takım önlemler de almışlardır diye düşünüyorum. Ancak kriz zamanlarında FED'in eski Başkanı Ben Bernanke'nin de dediği gibi karar alma cesaretini göstermek gerekir. Henüz laf salatası dışında ben ortada bir karar göremiyorum.
'EVDE YANGIN VAR, PEYZAJLA UĞRAŞIYORUZ'
Cuma günü Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albrayrak'ın devlet ciddiyetinden uzak tavırlarla yaptığı sunumu hep birlikte izledik. Bakan Albayrak beni hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Bakmayın siz kameralar önünde saçma sapan "çok iyi oldu çok da güzel oldu" açıklamaları yapan iş insanlarına, perde arkasında durum farklı. Gerek sunumu bizzat o toplantıda izleyen, gerekse ekran başında takip eden birkaç iş insanının ortak yorumu; "Bakan bey ne anlatmak istedi pek anlayamadık" oldu. Ben Bakan Albayrak'ın ve diğer kabine üyelerinin liyakat sahibi olduklarına inanıyorum. Sunumdaki ana hatlar esasen normal bir ülke için gayet doğru bir orta vadeli ekonomi programda yapılması gerekenleri içeriyor. Fakat Atilla Yeşilada üstadımın da söylediği gibi; "Evde yangın çıkmış ama biz peyzajla uğraşıyoruz."
TL KADERİNE TERK EDİLDİ!
Herkesin beklediği (burası çok önemli) açıklamada; ABD ile olan savaşta TL'ye yönelik saldırının nasıl betaraf edileceğine ilişkin somut birkaç adımdı. Ama bunlar yerine öteden beri dillendirilen şeyleri bir powerpointte gördük. O çok eleştirip faiz lobisinin adamı denilen Mehmet Şimşek, çok daha ilgi çeken sunumlar yapıyordu, eğer mesele sunumsa. Bana kalırsa Hükümet, elde avuçta TL'yi savunacak cephane olmadığı için TL'yi kaderine terk etti ve kur için bir hedef belirlemeyerek "varacağı yere varsın, sonra yaraları sarar, yolumuza bakarız" şeklinde bir vizyonla hareket ediyor. Elbette o da olabilir. Ancak içine girdiğimiz stagflasyon sürecinde hata yapma lüksümüz yok. Eskinin hatalarını tekrarlarsak 2020'ye uzanan bir slumpflasyon dönemi yaşarız, benden uyarması.
ÜRETİM DEVRİMİ PROGRAMI
Böyle kriz zamanlarında dost düşman belli olur. Sıcak para ile fonlanan ekonomimiz zaten her şey güllük gülistanlık olsa da bu parayı çekmeyi başaramayacaktı. Borçlansak da maliyetler artacaktı. Dünyada artık sıcak para çekeyim de refah süreyim devri 2013 Mayıs itibarıyla kapanmıştı. Ticaret savaşlarının kızıştığı, yeni sanayi devriminin ayak seslerinin duyulduğu, dijital ekonominin cebimize kadar nüfuz ettiği şu dönemde yapılması gereken üretim devrimi programını açıklamaktır.
KRİZ FIRSATÇILIĞI YAPMAYIN!
Kriz süresince bankalarımızın mali yapısında bozulma yaratacak büyüklükteki şirket iflaslarını kamunun borçlanma olanaklarını kullanarak önlememiz gerekiyor. Bir kere ülkesini seven her müteşebbis karından feragat ederek, döviz kaynaklı maliyetlerini olabildiğinde pazara yansıtmamalıdır. Vatandaşlarımız da "bak dolar 8-10-15 olacak diyorlar" söylemlerinden hareketle yastık altına döviz/altın kaçırmamalıdır. O çok sevdiğimiz, rehber edindiğimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yüzü suyu hürmetine liramıza sahip çıkmalıyız.
Şöyle sorular alıyorum; "Bankada biraz dövizimiz var el koyarlar mı, mevduatımızı çekelim mi?" Merak etmeyin kardeşim kimse paranıza el koymaz, paranızı çekmeyin, panik yaratmayın. Türk bankacılık sistemi görebildiğim kadarıyla güçlü bir mali yapıya sahip.
IMF İLE ABAD OLUNMAZ!
Ayrıca Türk piyasaları sallanınca, sadece Avrupa değil, ABD bile titriyor. Türkiye ekonomisinin çöküşe itilmesi demek çevreden başlayarak merkez ülkelere doğru ağırlaşacak bir krizi tetikleyebilir. Çünkü göründüğünün aksine dünya finans piyasalarının vaziyeti 2008 krizinden sonra bile reel ekonomi ile kopuk bir seyirde. Dünyada borçluluk çok fazla. IMF durmaksızın artan borçluluğa karşı uyarıyor. Bu borçların itfası anlamında reelde bir karşılığı yok. Türkiye'yi kolay kolay derin bir krize atamazlar. Ayrıca Türkiye'nin oyun dışı kalması demek Avrupa'nın önemli bir üretim tedarikçisini kaybetmesini getirir. "Çözüm IMF" diyenlere de itibar etmeyin. IMF bugüne kadar hangi ülkeyi abad etmiş? Devir, kendi göbeğimizi kendimiz kesme devridir.
ÇİN'DEN FON İŞİ PEK MÜMKÜN DEĞİL!
Oldukça uzun bir girişten sonra asıl konuya gelelim. Çin'in Kuşak Yol Projesi'nde (OBOR – One Belt, One Road) önemli bir ülke olan Türkiye'nin oyun dışı kalması ve içine kapanması bu projenin de selahiyeti açısından oldukça vahim sonuçlar doğurur. Birçok ekonomist Çin'den, Türkiye'yi kurtaracak düzeyde bir sermaye girişi olmayacağını söylüyor. Çin'deki bağlantılarımla görüştüm. Onlarda iki ülke sermaye piyasaları birbirini pek tanımadığım için Çin'den bir fon akışının pek de olası görünmediğini belirtiyorlar. Doğrudan yatırım anlamında ise kriz tam durulmadan Çin sermayesinin harekete geçmeyeceğini belirttiler. Ancak geçen hafta kaleme aldığımız "Pandalar da bizi sever mi?" başlıklı yazımızda düştüğümüz notlar yabana atılmamalı. Türkiye, Asya Altyapı Yatırım Bankası'nın kurucu üyesi. Bu bankanın 100 milyar dolarlık sermayesi var. Çin'in ve dünyanın en büyük bankası ICBC Türkiye'de daha aktif bir rol almaya başladı. DEİK Türkiye-Çin İş Konseyi Başkanı Murat Kolbaşı'dan öğrendiğime göre, ICBC Türk şirketlerinin mali yapılarının inceleyerek raporlar hazırlıyor. Bu da Türk şirketlerinin Çin'deki muazzam kredi olanaklarından faydalanmasının önünü açacak. Elbette kimse kimseye kara karşı kara gözü için borç para vermez. Fakat Kuşak Yol Projesi kapsamında hayata geçirilecek gerek altyapı gerek üretim odaklı büyük ölçekli projeler için değil Çin'den, Rothschild'dan bile para buluruz.
ROTHSCHİLD DEDİYSE BİR BİLDİĞİ VARDIR
Bakın Jacob Rothschild geçen hafta basına yansıyan demecinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel finans sistemine yönelik endişelerini dile getirdi. Dünya eski dünya değil. Eski finansal mimari bozuluyor. Yeni bir dünya kuruluyor. Türkiye'de bu dünyada yerini alacaktır. ABD ile girdiğimiz bu savaşta Rusya ve İran dışında, Avrupalı iş ortaklarımızla da ilişkileri samimi bir çerçeveye oturtarak arka bahçemizi sağlama alabiliriz. En nihayetinde Pekin ile Londra'yı birbirine bağlayacak Kuşak Yol inisiyatifi zengin Avrupa pazarını hedefliyor. ABD ile kavgalı bir Türkiye Çin'den sermaye çekebilir ama Avrupa ile de kavgalı bir Türkiye'nin kimse yüzüne bakmaz. Bunun yanında artık ülkeye sıcak para ve borç olarak değil üretimle girecek her bir kuruşun, bu savaşta bir kurşun değerinde olduğunu unutmadan, artık ithalat kapılarını yavaş yavaş aralayan Çin pazarına yönelik adam akıllı bir strateji geliştirme vakti gelmedi mi?
BAKAN PEKCAN'I PEK ÖNEMSİYORUM
Geçen haftaki yazıda da not düştüm. Yeni Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan'ı ben bu Çin açılımı konusunda bir şans olarak görüyorum. Geçen hafta duyum olduğu için ve kaynağım yazma dediği için yazmadım ama artık yerel basına da düştüğü için anlatalım. Ruhsar Pekcan, malum bakan olduğunu havalimanında öğrenmişti. İşte Bakan Pekcan o gün Isparta'ya gidiyordu. Ne için derseniz; Çin'e mal tedariği yapan şirketlerden birine sahip olan Pekcan o gün bakan olarak atanmasaydı Isparta'dan Çin'e gülsuyu ihracatında yeni bir bağlantı kuracaktı. (Ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz: http://www.medya32.com/isparta/cine-gulsuyu-goturmek-icin-ispartaya-geliyordu-ticaret-bakani-oldugunu-ogrendi-9532h.html )
Unutmalayım ki Çin pazarı ultra maraton zorluğundadır, "girdik baktık, bizi burada yerler" diyerek kaçmadan, ısrarla tutunmak lazım. "Recep sen de Çin'i ne bilirsin bir kere bile gitmedin ki" derseniz; yıllardır orada yaşayan ve iş yapan dostlarım böyle söylüyorlar, derim.
Başlıktaki soruyu da cevaplandırayım. Hayır yuan filan çare olmaz. Çare; dört başı mamur bir üretim planlamasıdır. İşte o zaman pandalar da bizi pek sever!
EY İŞ DÜNYASI KENDİNE GEL!
Bitirirken, AKP Hükümetleri döneminde daha bölgesel bir güç olamadan, küresel bir güç olması sevdasına kapılan ülkemizin, gerek ekonomi gerek dış politikada akılcı yaklaşımlara ihtiyacı var. Bu işler kimse kusura bakmasın "yastık altındakileri bozdurun, bize milletimiz yeter" nidaları ile olmuyor. Söylem değil icraat zamanı. Gelin ortak akılla bu krizi aşalım ama önce samimi olalım. Ve işe önce; Bakan Albayrak'ın sunumu sonrası iş dünyamızdan bazı önemli şahsiyetlerin yaptığı gibi "çok iyi oldu, çok da güzel oldu" şeklindeki yapmacık söylemleri bırakarak başlayalım. Yoksa bu iş "Kırmızı Pazartesi"ye döner!