Dönek Julianus

Derler ki İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin bahçesindeki üç lahitten biri, ortadaki, Julianus’a aittir. Üzerinde haç yoktur çünkü adamımız Hıristiyanlığa ihanet etmiştir.

Evet konumuz Julianus ey okur, isim değiştirmeye bayılan Batılılar İulianus diye bilir. İstanbullu hemşeriniz. Hemşeri diyerek hor görme! İlerde Araplar gelip saç ektirsin, peçe altından ankesörlü telefona jeton atarcasına ıslak hamburger yesin diye İstanbul’u adamımızın dedesi Constantin kurmuştur.

26 Haziran 363 günü ölmüş Julianus. Perslerle savaşta bir mızrak kolunu sıyırıp kaburgalarını delerek ciğerine saplanmış. Birkaç gün daha yaşamış fakat, otuz iki yaşında, iki yıl bile iktidarda kalamadan acı son...

Vurulduğu vakit, doktoru Bergamalı Oribasius (epilepsiye de tanı koyan kişidir) tedavi etmiş. Elinden geleni yapmış. Bağırsakları dikmek için yarayı şarapla ıslatmış, nafile; birkaç akşam sonra ölmüş adamımız. Na’şı, vasiyeti üzerine akrabası Procopius tarafından önce Tarsus’a, sonra İstanbul’da, dedesinin yaptırdığı Havarium Kilisesi’ne (bugünkü Fatih Camisi) nakledilmiş. Na’şın macerası sonradan belirsiz, Arkeoloji Müzeleri’ne dek uzanıyor işte...

Bu kitap kurdu usta savaşçı, bin altı yüz elli beş yıl önce ayrılmış aramızdan demek. Adına kutlu doğum haftası düzenlenmez. Hiçbir yerde hatırlayanı yoktur. O devirde ilericilik sayılan Hıristiyanlığı kaldırıp dünyanın en şahane inanışlarından Paganizme geri dönmek istediğinden “apostata” yani dönek lakabı verilmiş buna; niye hatırlansın! Bilirsin bizde herkes çok tutarlı ve fena halde namusludur.

Temmuz 2012’de yitirdiğimiz, Gayrı Resmi Amerikan Tarihi diye yedi ciltlik bir başyapıta da imza atmış Gore Vidal’in İmparator adlı bir romanı var. Fatih Terim ya da İbrahim Tatlıses’i değil, bizim döneği anlatmakta. Dehşetli entrikalar, Hıristiyanlığın iktidar savaşları, Kayseri, İstanbul’un kuruluş yılları, Ayasofya... Marguerite Yourcenar’ın Hadrianus’un Anıları adlı kitabını da analım, dönekten çok önce yaşamış başka bir imparatorun hayatını günlük şeklinde yazmış Yourcenar. Arkeolog Nezahat Baydur’un da dönek hakkında kitabı var.

İstanbullu imparatorun, Ulus’taki hükümet alanında, ölümünden birkaç zaman önce Ankara’dan geçerken şerefine dikilmiş, halk arasında Belkıs Minaresi diye adlandırılan bir sütunu da mevcut. Sanırım aynı leylek tarafından yuva bellenmiş, tepesi evvelden her bahar leylekle doluymuş.

Dönek, taşra görevi olarak Paris’e gönderildiğinde ilk kez içtiği birayı aşağılayarak şarabı öven şiirler yazmış; imparator unvanını aldığı Paris’i çok sevmiş. Günümüze kalan, sanırım dilimize hiç çevrilmemiş metinleri var: Hıristiyanlığın “olumsuz” yönlerini aktardığı Against the Galilaeans, Antakya’da yazdığı hicivler Misopogon... Hatta bu Misopogon’dan alıntılayarak bizim Yeniköylü Kavafis de Hıristiyanlardan yana çıkıp şiir yazmış... Semtimizi “her çınarın arkasında bir gül kadar güzel / genç kızların gizlendiği bir köy” diye tanımlayan Kavafis; Yeniköy Panagia Rum Kilisesi’nin bahçesinde bir büst olarak sonsuza uzanıyor bugün.

Söylenceye göre Julianus, Delphi’deki bir kâhine ulak göndermiş. Gelen cevap, “söyleyin imparatora” diye başlayan, tanrıların kutsal pınarının sesinin kesileceğini, kötü günleri haber veren üç mısraymış; kâhin, şair demek zaten. Charles Swinburne, sözkonusu üç mısra için The Last Oracle adlı bir şiir yazmıştır.

Julianus bir gün anlamış ki Pagan işleri yürümüyor, Hıristiyanlık gittikçe büyümekte; derler ki ölürken “vicisti, Galilaee” buyuruyor, yani “sen kazandın İsa!” Cidden kimin kazandığı bilinmez tabii, galibin kim olduğu bazen oyun bittikten çok sonra anlaşılır. Öyle derler...