Dönemine tarih düşen bir meydan

Meydanları pek sevmiyoruz. Bu sevgisizlik yalnızca kentlerin oluşumunda ve de gelişiminde ıskaladığımız ya da önemsemediğimiz, plansızlıktan ve de bilgisizlikten daha çok, bu tür açıklıklara çeşitli nedenlerle gereksinim duymamamızdan kaynaklanıyor. Antik çağda Hippodamos ya da ızgara planlı şehircilik anlayışının öncüsü olduğumuz bir topraklarda yaşadığımız anımsandığında, bu durum daha da garipsenip anlaşılmaz oluyor.

Örneğin İstanbul’un meydanlarını bir göz atalım. En eskisi hiç kuşku yok ki Bizans’tan bize miras kalan Sultanahmet Meydanı’dır. Bizans döneminde hipodrom, Osmanlı döneminde At Meydanı olan bu kadim meydan, günümüzde olması gereken işlevinin dışında kullanılmaktadır. Beyazıt Meydanı’nın durumun da bundan pek farklı değildir. Yıllar yılı üzerinde yapılan değişikliklerle bugün meydan olma kimliğini yitirmiş, garip bir görünüm almıştır. Karaköy Meydanı ise sonradan olma bir meydandır. Menderes’in istimlak hareketiyle bir çok binanın yıkılarak zoraki bir meydan konumunu getirilmişse de günümüzde bu zoraki meydan görünümünü bile yansıtmaktan uzak bir konuma düşmüştür.

Bugün koskoca kentte elimizde kala kala bir Taksim Meydanı kalmıştır. Onun da geçmişi pek eskilere dayanamaz, bir bakıma Cumhuriyet’le yaşıttır. Onun için bir adı da Cumhuriyet Meydanı’dır. Taksim Meydanı bir bakıma, tarih boyunca çevresinde yer alan yapılar ve içinde yaşanan olaylarla adeta bir ülkenin meydan ölçeğine indirilmiş küçük bir örneğidir. Bu meydanın gelmiş geçmiş yapılarına, içinde yaşanmış olaylarına bakarak da, pek ayrıntılı olmasa da başlıklarıyla eksiksiz bir ülkenin tarihi yazılabilir.

Bu meyandaki her bina, yaşanan her .bir olay geçmişteki bir olguya denk düşer. Örneğin Taksim Topçu Kışlasından Gezi Parkına geçiş, yalnızca kentsel bir değişim-dönüşümü değil, onun da ötesinde bir başka anlamlar da ifade eder. 31 Mart Vakasının yorgun ve yıpranmış kışlası, sonrasında bir kentin tüm etkinliklerinin yer aldığı bir temaşa yeri olmuş, ardından da geçmişe ilişkin her bir şey silinerek bir park haline getirilmiştir.

Aynı park yalnızca Osmanlı ile Cumhuriyetin ayrımını değil, meydana bakan heykelsiz devasa kaidesiyle de tek parti dönemiyle çok partili döneme geçişin bir simgesi olmuştur. Üzerine bir türlü konmayan -acaba doğrusu kondurulmayan mı olacak- İnönü heykeli, uzun bir süre belediye depolarında dolaştırıldıktan sonra meydana çıkmış, ama bu kez meydandaki kaidesi üzerine değil de Maçka’daki evinin önüne konmuştur. Taksim Anıtı’ndan yani Atatürk’ten daha yüksek olduğu ve de ona tepeden baktığı için yerine bir türlü konmayan heykel, Demokrat Parti’nin iktidar gelmesiyle de bu şansını yitirerek meydanın dışına çıkarılmıştır.

27 Mayıs 1960 devrim ya da darbesi de bu meydana tarih düşmüştür. Onun düştüğü tarih, İnönü heykeli kadar görkemli bir şekilde değilse de, kamaya sarılmış bir zeytin dalı mütevaziliğinde -ya da garipliğinde- olmuştur. Kama ile zeytin dalının birlikteliği her ne kadar sevimsiz olsa da bu heykel uzun bir süre yerinde kalmış, sonrasında ise barıştan, kardeşlikten çok, bir başka şeyleri simgelediğinden bir gün ansızın yom olup gitmiştir.

Bugün ise meydan tarihe önemli bir not daha düşüyor. Bir yanda yıkılması yıllardır tartışılan Kültür Meresi yıkılırken, öbür yandan da yapılması yine yıllardır tartışılan cami yerinde yükseliyor. Yani biri yıkılıyor, biri yapılıyor. Tarih yine, yapıların kimliğiyle meydanın defterine not düşüyor.

Savaş zenginlerinin ya da sonrasında hacıağların alem yeri Kristal Gazinosu, bir kentin ayrıcalıklı kişilerine hizmet veren Taksim gazinosu, kapitülasyonların son halkası elektrik idaresinden Fransız müdürün evi, yaşam mekanlarında “palas” döneminin başlangıcını oluşturan görkemli yapılar vs. Hepsi bu meydanın kimliğiyle tarihe not düşenler...

Kısacası meydanlar, bir kentin yalnızca merkezinde konumlanan nefes alınan yerler değil, onun da ötesinde, gelmiş geçmiş tüm yapılarıyla ve de üzerinde yaşanan olaylarla bir kentin, dahası bir ülkenin tarihine tanıklık edip aynı zamanda zamana not düşen yerlerdir de....