Dünyada dengeler değişiyor ama biz ne yapacağız?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 3 Kasım’da CNN Türk kanalında katıldığı yayında şöyle konuştu:

“Soğuk savaş sona erdiğinde tek kutuplu dünyaya geçiş yaptık. Başta bir süper güç, altında iki üç büyük güç. Onların altında orta ölçekli ülkelerin olduğu bir piramit. Bu piramit arıza vermeye başladı.”

Kalın, 11 Ekim’de katıldığı 24 TV yayınında bu görüşünü daha ayrıntılı olarak şu sözlerle açıklamıştı:

“Çatışma Rusya ile Ukrayna arasında yaşanmıyor. Şu anda Batı ile Rusya arasında başka bir hesaplaşma var. Fotoğrafı biraz daha stratejik, jeopolitik açıdan okuduğunuzda geniş fotoğrafta yaşanan sadece Ukrayna'da yaşananlar değil.

“Şöyle bir piramit vardı aslında. Bir tane süper güç onun hemen altında şekillenmiş 4-5 büyük güç ki bunlar Rusya, Çin, Hindistan, Almanya... Onların altında da orta ölçekli ülkeler şeklinde bir piramit vardı. Şimdi bu piramit dağılmaya başladı. Rusya burada farklı bir çağrıda bulunuyor 'Gelin bu denge düzenini yeniden kuralım. İçinde Rusya'nın da Çin'in de olduğu merkez kaç kuvvetlerin olduğu, yükselen ekonomilerin olduğu, herkesin katılacağı, eşitlikçi adalete dayalı bir düzen kuralım' diye.

“Bunun iki yolu var, ya savaşırsınız ya da dersiniz ki, bütün bu kayıpları, yıkımları ölümleri yaşamadan gelin biz erkenden masaya oturalım ve bu şartları tekrar oluşturalım. Şu anda dünya böyle bir tercihin eşiğinde. Ya uzun soluklu bir savaş ya da kısa zamanda müzakere masası.”

'DANS POLİTİKASI'

Teşhis doğru. Fakat Türkiye, bu gelişme karşısında ne yapacak? Kalın, buna yanıtı Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi sırasında ilan ettiği politikasına atıfla açıklıyor: Ne Rusya’dan ne de Ukrayna’dan vazgeçebiliriz! İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Kalın, tahıl krizinin çözümünde üstlendiği rol ve Rusya ile Batı dünyasından görüşebilen tek ülke olmayı sağladığı gerekçesiyle Ankara’nın politikasının olumlu sonuçlandığını ileri sürüyor. Oysa esas konuşulması gereken, Kalın’ın olumlu olarak nitelediği “denge politikası”nın, daha doğrusu Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in nitelemesiyle “dans politikası”nın Türkiye’ye kaybettirdikleri.

DÜNYADAKİ CEPHELEŞME

Önce şu soruya yanıt vermemiz gerekiyor: Kalın’ın da vurguladığı yeni düzen arayışının yarattığı uluslararası ortamda dünyada nasıl bir cepheleşme ortaya çıkmıştır ve burada Türkiye’nin nesnel konumu nedir? Bu sorunun yanıtı bizi doğru bir politikaya ulaştıracaktır. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinden sonra güncel planda dünyadaki iki ana cephe daha net görülmektedir: Bir yanda eski saltanatını sürdürmek isteyen hegemonyacı Atlantik cephesi, diğer yanda başta Çin, Rusya, Türkiye ve İran olmak üzere gelişen dünya ülkeleri bulunmaktadır. Gelişen dünya ülkeleri, BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü, Kuşak ve Yol Girişimi gibi işbirliği platformları aracılığıyla savaş, yıkım, ölüm dayatan, hiçbir uluslararası dayanağı olmadan uyguladığı yaptırımlarla serbest ticaretin ve uluslararası işbirliğinin önünde engel haline gelen Atlantik hegemonyacılığına karşı mücadele ediyor. Ve daha önemlisi Kalın’ın da saptadığı üzere, “eşitlikçi, adil bir dünya düzeni” için çabalıyor.

TÜRKİYE CEPHENİN ÖN HATTINDA

Türkiye bu cepheleşmede, “hem orada hem burada yer alırız” gibi bir politikayı sürdüremez. “Tarafsızlık” diye alkışlanan bu tutum, eğer, başka bir gezegende buradaki gelişmeleri seyreden yabancı bir uygarlık olsaydık mümkündü. Çünkü Türkiye, diğer gelişen dünya ülkeleri gibi, Atlantik’in yaptırımlarına maruz kalmaktadır. Dünya çapındaki saflaşmada cephenin ön hattında yer alan bir ülke olarak bekasına yönelik Atlantik tehditleri ile karşı karşıyadır. Türkiye’ye Kıbrıs ve Ege üzerinden, ABD’nin kara gücü PKK vasıtasıyla Suriye ve Irak üzerinden yönlendirilen tehditler, içeriden FETÖ'cü Gladyo’nun tertip hazırlıkları ciddidir. Yapılacak iş, bunları bertaraf etmek, tehdidin arkasındaki gücü caydırmak için politikalar uygulamaktır. Şu anda izlenen politikanın herhangi bir olumlu getirisi olmaz, olmamaktadır.

KAYBETTİREN POLİTİKA

Bu politikanın, tehdidin yoğunlaştığı Doğu Akdeniz ve Suriye’de Türkiye’ye kaybettirdiği ortadadır. “Dans politikası”nın sonucunda benimsenen NATO’nun genişlemesine destek, İsveç ve Finlandiya’nın İttifak’a katılımına onay vermek, ABD’nin tehditlerinden vazgeçmesini sağlamamış, tersine artırmasına neden olmuştur. Sadece birkaç örnek şöyle: Türkiye’nin bu kararı ilan ettiği NATO Zirvesi’nden bir hafta sonra, 6 Temmuz’da Yunanistan’da Türkiye’ye karşı inşa edilen Dedeağaç üssüne ABD 2 bin 500’den fazla askeri araç ile teçhizatı indirmiş, yine iki ay sonra Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırmış, aynı dönemde gayriaskeri statüde olması gereken adalara Amerikan askeri teçhizatları yerleştirilmiştir. Yine Eylül ayı başında ABD, Suriye’de PKK ile Türkiye’ye karşı ortak askeri tatbikat gerçekleştirmiştir. ABD’nin PKK’ya silah/cephane desteği artmakta, PKK unsurlarına yönelik askeri eğitimler yoğunlaştırılmaktadır.

Cepheleşme nettir. Bu cepheleşmede nesnel konumunun gereğini yerine getirerek gelişen dünya ülkelerinin yanında yer alması, Türkiye’nin önünü açacaktır. Bu, sadece Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditleri bertaraf etmek için değil aynı zamanda üzerindeki 70 yıllık deli gömleğinden kurtularak özgürleşmesi için de yaşamsaldır.