Dünyanın ekonomik görünümü ve ekonomistler
Dünyada ekonomik gidişatın çok sağlıklı olmadığını her fırsatta dile getirmeye çalışıyoruz. Finans veya kâğıda dayalı ekonomi o kadar büyümüştür ki, artık ekonomi olarak bu konuşulmaktadır. Mevcut düzen küçük bir azınlığa eşi görülmemiş şekilde gelir ve refah sağlarken, bu sınıfın politik gücü de giderek artmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Dünya Bankası, IMF gibi kurumlarla güçlendirilen piyasa ekonomisi, 1980 ve özellikle de 1990 sonrası Dünya Ticaret Örgütünü de kullanarak dünyaya hâkim olurken, küreselleşme, liberalleşme ve özelleştirme kavramlarıyla, giderek adaletsiz bir dünya yaratmış, kısaca ifade edildiği gibi %1’in ekonomisi haline gelmiştir. Bu sınıfın penceresinden bakıldığında sürekli büyüyen, refahı artan bir dünya vardır.
EKONOMİK GÖRÜNÜM
Dünyanın gerçek görünümü oldukça farklıdır. Bunların başında gelir dağılımındaki adaletsizlik ve çok uluslu şirketlerin hâkimiyetlerinin artması gelmektedir. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’a göre Forbes dergisinin 2016 listesinde yer alan 1810 dolar milyonerinin serveti 6,5 trilyon dolar olup, bunlar en alt gelir gruplarındaki insanların %70’inin sahip olduğu toplam servete sahiptirler. Sanmayın ki bunlar çok çalışarak bu servetlere sahip oldular. Yapılan belirlemeye göre bu servetlerin üçte biri miras yoluyla elde edilirken, % 43’ü de kâğıt ekonomisi yoluyla sağlanmıştır. Yine aynı zaman diliminde dünyanın en zengin 62 kişinin serveti 500 milyar dolardan 1.76 trilyon dolara yükselirken Dünya nüfusunun yüzde 20’si aşırı yoksulluk sınırı olan günlük 1.90 dolar gelirle yaşamını sürdürmek durumunda kalmıştır.
Gelir dağılımındaki bu çok açık adaletsizlik madalyonun sadece bir tarafıdır. 20.yüzyılın son çeyreğinde uygulanan ekonomi politikalarının yarattığı olumsuzlukların diğer bir yönü de uluslararası tekellerin artan gücüdür. Bu şirketlerin düzinelerce ülkede milyar dolarlarla sahip oldukları ekonomik güç, sadece ekonomik yaşamla kalmamakta, onlara politik nüfuz da sağlamaktadırlar. Dünya Bankası verilerine göre, 2011 yılında 175 çokuluslu şirketten 110’u ülkelerin % 60’ının ekonomisinde önemli ağırlığa sahiptirler. Burada adını yazmaya gerek duymadığımız üç dev şirket 110 ülkenin milli hâsılasından fazlasına sahiptir. Eleştirilen bu yapının destekçisi olan G-20 ülkeleri 2017 toplantıları sonunda, pazar yoğunluğu ve pazar gücü sorununu dile getirip neredeyse günah çıkarmışlardır. Örneğin, sözünü ettiğimiz emtia piyasalarından maden sektörünün bir avuç şirketin kontrolünde olduğunun altı çizilmektedir. Kimya sanayinde 10 büyük şirket pazarın % 40’ına sahip olurken bu oran 10 enerji şirketi için %25’dir. Benzer şekilde çok az sayıda şirket tohum sektörünün %75’ini kontrol etmektedir.
Mevcut para sisteminin insanlara yarattığı sorunlar yetmez gibi bir de sanal para çıkmadı mı? Dolara dayalı ekonomiden ne kadar sonra “dolarizasyon” başladı. Sanal paranın doğrudan “coinizayon” olarak başladığı dikkate alındığında, yeni bir soygun ve aldatma alanı yaratıldığı görülmektedir.
EKONOMİSTLER NE YAPAR
Kapitalist sistemin kurucularının aklına ekonomistler ancak 2008 krizinde gelmiştir. O kadarki finans profesörleriyle “ketçap ekonomistleri” diye dalga geçilmiştir. Peki, bunca ekonomist ne ile uğraşır. Kuşkusuz ekonomistlerin önemli bir bölümü kapitalist düzenin Kamu Kurumları, Merkez Bankaları, IMF, OECD, Dünya Bankası vb. organlarında çalışarak bir anlamda sistemin hizmetkârı durumundadırlar (ne yapsınlar ekmek parası). Önemli bir bölümü kâğıt ekonomisine hizmet ederken, şeytanın aklına gelmeyecek finansal araçlar üretmekle meşguller.
Peki, akademik dünya neyle uğraşmaktadır. Ünlü ekonomist, R. Coase’un da belirttiği gibi, akademik dünyada ekonomi disiplini uygulamalı matematiğin bir kolu haline gelmiş olup, gerçek dünyadaki kurumlar ve olaylardan kopmuştur. Yine önde gelen kurumlardan olan Misses Enstitüsünden bir başka ekonomistin ifadesine göre, ekonomistler bir fizikçi gibi neredeyse deneyselci ve matematik model sevdalısı olmuşlardır. Onca akademik gayret ve zaman “gerçek hayata uymayan, çoğu zamanda yapısını uygulayanın da çok iyi anlamadığı ve sonuçlarının tartışmalı olması bir yana, gerçek hayata bir katkısı olmayan” çalışmalara ayrılmaktadır. İnsan davranışını konu alan ekonomi disiplininin ekonometrik kalıplara sokulamayacağı açıktır. Bu kadar az sayıda görünen elin kontrol ettiği bir ekonomik düzende model mi olur!
Kişisel fikrime göre, akademik dünyanın içinde bulunduğu bu ortam, bunca parlak beyni ve enerjiyi, yaşayan ekonominin gerçek sorunlarından uzak tumanın bir aracı olarak yaratılmış ve korunmaktadır. Tersinden yorum yapalım. Dünyanın ilk 100 üniversitesinin önde gelen ekonomistlerinin bütün enerji ve zamanlarını çağdaş vahşi kapitalizmin olumsuzluklarını ortaya koymaya ve alternatifler üretmeye ayırdıklarını düşünürsek, dünya böyle mi olurdu? Bu bilim insanları yine Nobeller alır mıydı?