Durmayalım düşeriz!

Afet İnan, bir gün tarih dersinde sözlü yaparken bir öğrencisine Atatürk Samsun’a niye çıktı diye sorar. Vatanı kurtarmak, bizi hürriyete kavuşturmak gibi bilindik cevaplar beklerken çocuk ne desin! “Menfaat icabı çıktı. Samsun’a çıkmasaydı onu öldüreceklerdi...” Basar sıfırı! Fakat çocuk özür dilemez, inadı inattır. Olayı, sonradan Gazi Paşa ile konuşan Afet Hanım, çocuğun verdiği cevabını anlatırken hırsından tırnaklarını koparmaktadır; Paşa gülümseyerek, fakat haklıymış çocuk, der; “Sen ona sıfır değil, tam numara vermeliydin!”

Bugünkü gibi Sakine Cansız sevenler, Şeyh Sait heykeline alkış tutanların ve benzerlerinin olmadığı bir CHP’nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan ikinci kurultayında okunan Nutuk, o büyük eser de “1919 senesi Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım” diye başlar. Yüz yıl önce bugün... İlk defa 1927 yılında, “Nutuk / Mustafa Kemal Tarafından” ve “Nutuk’a Ait Vesaik” başlığıyla iki cilt olarak yayınlanır. Matbaa: Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkezziye Matbaası. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki bulunur. İlk basım yüz bin adettir. Ayrıca 2.000 adet lüks baskı da yapılmıştır. Tüm bunların yayın hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne aittir. Hepsi doğal olarak eski harflerleydi. Harf Devrimi’nden sonra 1934 yılında, üç cilt olarak yenileriyle basıldı. Yayıncısı, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü’ydü.

Okunduğu vakitte, Nutuk’u altı gün boyunca canlı dinleyen, o zamanki TBMM Saymanlık Müdürlüğü’nde 23 yaşında bir büro şefi olan, tarihimizin en ünlü hukukçularından Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, metni Türkçeleştirmiş, biraz da “kısaltmıştır”. Bu metin hakkında birçok iddia da ara sıra karşı devrim kalabalığından gündeme getirilir durur.
Piyasada kitabın bugün çok çeşitli basımları var. Kısa, uzun, orta... Neden böyle bilemiyorum. Bunca temel kitap tek edisyonla basılmalı, o edisyon yaygınlık kazanmalıydı. Ama işte... Neyse ki Kaynak Yayınları, Şule Perinçek öncülüğünde Nutuk’u, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü tarafından yayınlanan orijinal halinden iki cilt olarak yeniden okurla buluşturdu. İçinde yukarıda söz ettiğim haritalar da var... Atatürk resmini ofis duvarından indirip kaldırmakla, tabelalara T.C. koyup koymamakla Atatürkçü olunmadığını düşünenler, Ergenekon davalarında delil olarak bile gösterilmiş bu kitabı bugün yeniden okumalı.

Kimileri, Nutuk’tan söz edilince hemen, Erik Jan Zürcher’in “1925-1926 yıllarındaki temizlik hareketinin bir savunmasıdır” yorumuna yaslanır. Kimileri resmi tarihtir bu diyerek geviş getirir. Sorun etme ey okur! Bu metni değerli kılan, büyük savaşımız ve devrim yıllarımıza ait tarihi bilgi edinmek değildir zaten. Devrimin lideri, o zaman olan bitene dair düşündüklerini, yorumlarını, olan biteni birinci ağızdan yazmıştır. Tarih kitabı ya da kutsal kitap değil, bir tanıklık ya da hesaplaşmadır. Objektiflik aranmıyor. Bu objektifliğin ne olduğunu da bir türlü anlamam zaten. Bugünün dünyasında tarihten ve medyadan objektif yorum beklemek, oldukça tuhaftır. Hakikat, birçok bilginin karşılaştırılmasıyla elde edilir bugün, kolay iş değildir.

Nutuk, ayrıca geçen yüzyılın başındaki halimizi, harabelerden doğan yeni ülkemizi anlatırken bir yandan da zor şartlarda sadrazamdan posta müdürüne dek yöneticilerin ulusların kaderinde oynadığı rolü, içte dışta her türlü savaşın, önce tabii ki emekle sonra da politikayla kazanıldığını gösterir. Yine Mustafa Kemal’in, olayların, haberleşmelerin ve antlaşma maddelerinin içyüzünü anlattığı bölümler, bugünün ortamıyla karşılaştırılacak olursa her şeyin çok güzel olacağına dair sevimli sosyal medya umutlarıyla yöntem, program ve strateji arasındaki farkı gösterir. Önemlidir. İlke, pahalıya patlar zira!

On dokuz mayıs diyordum. Yüz yıl öncesinin büyük ruhunu, önümüzdeki sürecin ilkelerini belirlemek adına üçe ayırmak isterim. Bu üçlüyü de cumhuriyetin en çetin ilk yıllarının üç sloganıyla özetlerim.

İlkine HAREKET diyeceğim; Unutulan Yıllar’da Niyazi Berkes aktarıyor, slogan Vedat Nedim Tör’ündür: DURMAYALIM, DÜŞERİZ! (Aziz Nesin, Zübük’te, afişi farelere kemirttirir, üzerinde yazan Durmayalım Düşeriz, Durmayalım İşeriz’e dönüşür.) Geçmişi bugüne taşıyan bir hareketle, aralıksız ilerlemeyi simgeleyen bir umut cümlesidir bu, hem zihinsel hem de bedensel; bilginin ışığıyla aydınlanmış, güçle donanmış bir ilerleme...

İkinci parça BAĞIMSIZLIK ve DİRENİŞ; sloganı da HER ŞEYİ KENDİMİZDEN BEKLERİZ. Tabii bu iki kavram, oradan buradan fonlanan aydınların, geçmişte yapılmış her yanlışlık için ezilerek salçaya dönmüş yüzleşme çılgınlarının anlayamayacağı kavramlar. Bu slogan, olumsuz her şeyin suçunu başkasında bulanlara, kötü yönettiği süreci komplo öyküleriyle süsleyip kaçanlara, çocukken düştüğünde hatayı kendinde değil de sehpada bulup tahtayı dövenlere seksen altı yıl önce, cumhuriyetin onuncu yılından, vazife ve sorumluluk dersi vermekte.

Kavramlarımın sonuncusu GÜVEN. Sloganı: TÜRK İNKILABI EŞSİZDİR. Güven! Geçmişten aldığı güveni bugüne taşıyan gençlik. Bir fotoğrafı da var bunun; baktığında her şeyi, her haliyle söyleyen... Çocukların dizleri, kısa şortları, tertemiz elbiseleri, unutulmuş bir dünyayı söylüyor şimdi. Öndeki öğretmenin beyaz ayakkabıları. Pencereleri derme çatma okul. Bir tren yolcu daha hazırlanacak buradan geleceğe. Işığa doğru kalkan, telaş içindeki Bandırma Vapuru’nu, aydınlanmaya bağlayan tren. Yürümektedir.

Bugün on dokuz mayıs evet, ne diyordu Paşa: “Bütün ümidim gençliktedir...”