Düşmanlarla ittifak yenilgi getirir

30 Ağustos 1922 günü Anadolu’nun o sıcak ovaları ve dağları bir ilke tanıklık etti. Mazlum bir ülke emperyalizme karşı bir zaferi tarih sayfalarına yazdırdı.

Atatürk devrimciliği şu gerçeği görmüştü:

“Türk'ün hakiki kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasıyla doğacaktır!”

Saat 6.30.

Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimat yazıldı.

-“Zaferin en önemli nedeni Türk milletinin bir devrimle kayıtsız şartsız hakimiyetini eline almış olmasıdır. Millî hâkimiyet öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafa yıkılmaya mahkumdurlar.”

Büyük Taarruz 26-27 Ağustos 1922 Haritası

Bundan sonrası da gelecektir:

-“Meydan muharebesi, milletlerin bütün mevcudiyetleri ile ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır.

-“Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür.”

-“Türk milletinin burada kazandığı zafer bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kati tesirli bir meydan muharebesidir.

-“Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hakim olmanın imkanı yoktur.

-“Saraylarının içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla ittifak ederek, Anadolu'nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından kovulması, düşmanların denizlere dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”

Ankara’nın devrimci hükümeti bir yandan da iç cephede işbirlikçi yıkıcılığa karşı da savaşıyordu.
O alanda da zafere yürümekte kararlıydık.

BUGÜN AÇISINDAN DERSLER

Bugün açısından dersler çıkarıp ilerleyelim.

Bir de karşı cepheye bakalım.

Onları yenilgiye mahkûm eden neydi…

Ankara devrim hükümeti zafere komuta ederken, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın karar vericiliğinde Yunanistan “Küçük Asya Felaketi”ne sürüklendi.

Yalnızca siyasi ve askeri bakımdan değil, ekonomik bakımdan da zor durumdaydı.

Her zaman buradan kurtuluşun aslında “tek” yolu vardır.

Ya arkana büyük devletleri alacaksın, onlara avuç açıp onların güdümünde kararlara uyacaksın. Ve de kurtulamayacaksın.

Bu yol bugün de var.

Ya da silkinip onlara karşı cephede yer alıp kendi millî çıkarların için, millî bir hükümet, ordu ve önderlikle, milletini seferber ederek, azim ve iradeyle ilerleyeceksin.

Atatürk devrimciliğinin bugün de bu kadar canlı hâlâ yaşamasının nedeni budur.

Sihirli formül budur.

İç ve dış politikada hâlâ geçerlidir.

Mustafa Kemal Paşa cephe ziyaretleri sırasında

TÜRKİYE NEDEN KAZANDI YUNANİSTAN NEDEN KAYBETTİ

Yunanistan siyasi kargaşa içindeydi. Kral I. Konstantin ile Başbakan Elefterios Venizelos ayrı baş çekiyordu. Taarruzun sonuna kadar ordunun başındaki komutan dört kez değiştirildi. Leonidas Paraskevopulos, Anastasios Papulas, Yeorgos Hacıanesti ve Nikolas Trikopis…

Yunan ordusunun üç kolordusu vardı. Afyon-Eskişehir bölgesinin ana ikmal merkezi İzmir’di.

Mayıs 1922’de ordunun başına General Hacıanesti getirilmişti. O da taarruz sırasında Yunan ordusunu 600 kilometre öteden, İzmir’den komuta ediyordu. 2 Eylül’de esir düşen Trikopis ise, Hacıanesti’nin yerine başkomutan olarak atanmış olduğunu 4 Eylül 1922’de huzuruna çıkarıldığı Mustafa Kemal’den öğrenecekti.

ONLARIN TELGRAFÇI HAMDİLERİ YOKTU

Hacıanesti, İzmir’den telgrafla cepheye emir gönderiyordu. Oysa telgraf hatlarını kesmek kolaydı. Yediden yetmişe Türk milleti görev başındaydı. Vatanını savunuyordu.
Onların ise elbette Telgrafçı Hamdileri yoktu.

Ordu dağınıktı. Askerler tehditlerle, kraliyet emirleriyle bir arada tutulmaya çalışılıyordu. Hacıanesti, aşırı disiplinli, saplantılı, asker tarafından sevilmeyen ve itaat edilmeyen biriydi. Yunan askeri bilmediği bir coğrafyada başsızdı, yiyecek, su sıkıntısı çekiyor, hastalıklarla boğuşuyordu.

SİLAHTA TEKNOLOJİK ÜSTÜNLÜK

Yunan ordusunun silahlarının teknolojik üstünlüğünün olduğu söyleniyor. Doğrudur.

Yetti mi?

Yetmez.

Bu arada 31 Ağustos sabahı Çal Köyü'nde, yıkık bir evin avlusunda kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek Başkomutan, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa oturdular durumu değerlendirdiler.

Bu zaferin “bütün seferi sona erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğu” konusunda fikir birliğine vardılar. Düşman kuvvetlerini peşlerinden durmaksızın İzmir'e kadar kovalama kararı verdiler. O günden sonra İzmir'de "Akdeniz" hedefine varmak, o yetmez Mudanya'da "Marmara"yı görmek için sekiz-dokuz günlük bir zaman yetti.

Teknoloji mi??

Cemse mi, tren mi…

Olsa keşke…

Ama yoktu.

Her yer yanmış yıkılmış, ayaklarında bırakın postalı çarık varsa oh ne âlâ…

Kim durdurabilir kınalı kuzuları, yıllardır o cepheden bu cepheye koşan babaları, onları kınalayıp cepheye yolcu eden, tarlaları süren, olmadı silah kuşanıp ordunun emrine giren anaları…

Zaferden zafere koşacaklar.

Türk ordusu, Yunan işgali altındaki İzmir'e 9 Eylül 1922'de girdiğinde bıraksan belki bir o kadar da koşabilirlerdi.

Vatan bizden görev bekler! Başlarında başkomutan. Kendi kararını veren başı dik Ankara!

YARGILANDILAR VE KURŞUNA DİZİLDİLER

Binlerce Rum deniz yoluyla kaçmak için İzmir’e geldi. Yunan ordusu ancak 8 Eylül’de İzmir’den çekilebildi, müthiş bir kargaşa ve bozgun yaşandı, Atina’daki kraliyet yanlısı hükümet çaresiz kaldı, ancak gelişmeleri izleyebildi.

Halkta öfke çok büyüdü. Askeri darbe oldu. 11/24 Eylül 1922’de Albaylar Nikolaos Plastiras ve Stylianos Gonatas yenilgiden sorumlu tutulan Kral Konstantin’in tahttan indirilmesi talebiyle Devrim Komitesi kurdular. Hükümetin istifasını ve felaketten sorumlu olanların cezalandırılmasını istediler.

Kurulan olağanüstü mahkeme 15 günlük bir yargılamadan sonra ikisi başbakanlık yapmış beş siyasetçi, Dimitrios Gounaris, Georgios Baltatzis, Nikolaos Stratos, Nikolaos Theotokis, Petros Protopapadakis ve "Küçük Asya (Anadolu) Komutanı" Georgios Hacıanesti’yi “vatan hainliği” suçuyla idama mahkum etti. Karar açıklandıktan birkaç saat sonra, kararın yayımlanmasını bile beklemeden altısı da kurşuna dizildi.

PRENS PHİLİP SEBZE KASASIYLA SÜRGÜNE GİTTİ

Konstantin’in kardeşi Prens Andrew da suçlanmıştı. O sırada Korfu’daydı. Tutuklandı, yargılandı, aynı suçlardan ölüme mahkum edildi, daha sonra cezası, "yüksek askeri komuta deneyiminden tamamen yoksun" olduğu gerekçesiyle ömür boyu sürgün cezasına çevrildi.

Prens ailesiyle birlikte, tahta bir sebze kasasında taşınan, henüz bebek olan oğluyla birlikte İngiliz savaş gemisiyle Yunanistan’ı terketti. O tahta kasasındaki bebek daha sonra Edinburgh Dükü ve Kraliçe II. Elisabeth’in eşi olacak Prens Philip’ti. Yani emperyalizmin çok uzağına gitmedi.