Düşünme zamanı
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olduğum dönemde Erçek Gölü kenarında bir piknik yapmıştık. Çevreyi gezerken üzerinde çok güzel desenler olan yumurta büyüklüğünde bir taş buldum. Yerbilim (jeoloji) uzmanı Dr. Yahya Çiftçi'ye bunun nasıl bir mineral olduğunu sordum. “Bu kayaçlar okyanus tabanlarında çok yüksek basınç altında oluşur.” yanıtını alınca şaşırmıştım. “Yani şimdi bulunduğumuz yer bir zamanlar okyanusun dibi miydi?” dediğim de “Evet” yanıtı geldi. Oysa ben yüksek rakımda oksijen oranı azaldığı için nefes almakta zorlanıyordum. Tekrar baktım, Erçek Gölü denizden 1808 metre yüksekteymiş.
Kıtalar yer değiştiriyor. Denizin dibi, dağ başı oluyor. Yüce dağlar tuz buz olup dağılarak denizlere doluyor. Doğa sürekli bir dönüşüm içinde sabırla yoluna devam ederken emekleyen çocuk bile sayılmacak olan biz insanlar ona meydan okuyoruz. Doğaya ve bilime aykırı olarak 80 yılda yaptıklarımız 80 saniyede yıkılınca şaşırıyoruz.
Başka yerlerde oluşmuş olan topraklar yağışlarla aşınıp, akarsularla taşınıp düz alanlarda birikir. Böylelikle oluşan alüvyonlu ovalar, tarıma elverişli en iyi alanlardır. Besinler başta olmak üzere bütün tarım ürünlerinin yetiştirileceği bu alanlarda inşaat yapmak cinayetten, intihar etmekten farksızdır. Alüvyal topraklar ince zerreciklerden oluşan gevşek bir zemin oluşturur. Toprak tabakasının hemen biraz aşağısında taban suyu bulunur. Depremin yol açtığı sarsıntılarla su ve toprak parçacıkları birbirine karışıp cıvıklaşır. Sıvılaşan zemin üzerindeki çok katlı yapıları, taşıyamaz hale gelir. Yapılar yıkılır, sağlam olanlar yan yatar, ya da çamura batar.
Bilim insanları, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliğine bağlı meslek kuruluşları uzun yıllardan beri depremler, seller, orman yangınları, çevre sorunları gibi çeşitli vesilelerle görüş bildirip çağrılar yapıyorlar. Kırk yıl önce “Bu yanılgıya dur demeliyiz.” başlığı ile Cumhuriyet gazetesinde yazmıştım. İnadına yapar gibi İzmir'in önceleri bir bataklık olan Salhane semtine kırk katlı binalar yaptılar, hâlâ yapıyorlar.
Bu şekilde hem en iyi tarım topraklarını heba ediyoruz, hem de en kötü zemin üzerine çok katlı binalar konduruyoruz. Fay hatlarına, göl alanlarına, dere yataklarına bina yap, yıkıldığı zaman da feryat et. Yapılan planlara uyulmuyor. Yasa ve yönetmelikler çıkarılıyor, çoğu zaman uygulanmıyor. Yasa ve yönetmeliklere uygun olmayan yapılara “imar affı” çıkarılıyor. Sonuç ortada, politikacılar “affetmiş” olsa bile, doğa affetmiyor. Elli bin kadar can kaybı, binlerce yaralı ve sakat kalmış insan, hesaba gelmez yıkımlar, üretim kayıpları, iç göçler, devletin ve milletin seferber olduğu 70 kadar dış ülkenin bile katıldığı bir yardım kampanyası...
Meralar ve ormanların yerleşim yeri olarak kullanımına olanak sağlayacak kararlar alınıyor. Unutmayalım, ormanlar olmazsa aşağıları sel alır. Zaten yetersiz olan meralar işgal edilirse hayvanlar aç kalır. Yıkımın en fazla olduğu Kahramanmaraş, Adıyaman, Hatay illerindeki yerleşim alanlarının çoğu alüvyonlu ovalardı. Berbat ettiğiniz ve neticede harap olan bu yerlerde tarım yapma olanağı mı kaldı?
Yıkıma sebep olan depremle ya da seller değildir. Depremin nerede hangi büyüklükte olacağını yıllardan beri dile getiren bilim insanlarımız var. Her zeminde inşaat yapacak teknolojiler mevcut. Depremde yıkılmayacak yapılar da inşa edilebilir. Sel geleceği bilinen dere yatağına ev yapan uyanıklar, malzemeden kısarak kâr etmeye kalkışan üstenciler (müteahhit), gereği gibi denetim yapmayan yapı denetimciler, usulsüz yapılara imar affı çıkaran politikacılar ve benzerleri için şimdi düşünme vaktidir.
Atatürk; “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, sapkınlıktır, hayınlıktır!” demiştir.
Hiç değilse bundan sonra bilim ve fennin dediklerini ciddiye alalım.