Düz ovada sivri bela!..
Son günlerde hem gereksiz, hem de çok gerekli bir tartışmanın içine düştük.
Tartışma konusu olan “Türkçe edebiyat” sözünde bir dil yanlışı da var. Evet, kocaman bir dil yanlışıdır bu söz.
Nerden çıktı bu mantıksız, anlamsız tartışma? Hâlâ aklım almıyor.
Düz ovada sivri bela diyeceğim türden bir durum... Oturup romanlar, öyküler yazacaktık biz, inanın Türkçe konularıyla ilgim üniversitedeki derslerimle sınırlı kalsın istedim hep. Roman, öykü yazmayı daha çok seviyorum. Dil üzerine kitaplar yazacağım aklımdan bile geçmezdi. Türkçeyi; yani Şinasi’nin, Halit Ziya’nın, Nâzım’ın, Yahya Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in, Ahmet Arif’in dilini hırpalama, sindirme, yerini daraltma, giderek yok etme çabalarına sessiz kalamadım, yazmak zorunda kaldım.
Şimdi de “Türk edebiyatı” hırpalanmak, sindirilmek isteniyor.
Belli ki bir yerlerden gelen bir paket var gene, mikro milliyetçilik paketi bu. Malum ayrıştırma çabaları acayip bir dil yanlışına kadar vardırdı işi. “Türk edebiyatı” yerine “Türkçe edebiyat” demenin bir dil yanlışı olduğuna Faruk Duman da dikkatimizi çekti. Kutluyorum bu arkadaşı, evet kocaman bir dil yanlışıdır “Türkçe edebiyat” demek. Bu yanlışı yapanlar ya dilbilim okumamışlar ya da dil bilincinden yoksunlar. Her sözcük, her kavram yıllarca bir kültür içinde demlenir, kök salar, anlam bulur, kuşaktan kuşağa devredilir. “Türk edebiyatı” kavramı bize tam 140 yıldan beri devredilen bir çınar, kocaman bir mirastır.
Bizim edebiyatımızın adı “Türk edebiyatı”dır, “Türkçe Edebiyat” değil.
Bu edebiyatın Köktürk Yazıtları’na, yani 8. yüzyıla değin giden uzun bir geçmişi var.
Bir çocuğun adını kimler koyar? O çocuğu dünyaya getirenler, yani anneler, babalar, dedeler, nineler verir çocuğun adını. “Türk edebiyatı” terimini araştırabildiğim kadarıyla ilkin Halit Ziya Uşaklıgil kullandı. Bu edebiyatı yaratanlar çoktan adını koydular. Halit Ziya 1891 yılında yazdığı “Hikâye” adlı makalesine, “Türk edebiyatında hak ettiği önemli yeri alamayan edebiyat dallarından biri de…” diye başlar. “Türk edebiyatı” terimi bu kuşakla başladı. Neye göre “Türk edebiyatı” dediler? Dünyaya baktılar. Bu tür kavramlar, terimler dünyadan, başka dillerden soyutlanarak üretilemez. Evrensel bir mantık egemendir bu kavram ve terimlerin yaratılmasında. “Türk edebiyatı”, “Rus edebiyatı”, İngiliz edebiyatı, “Bulgar edebiyatı” vb. bir bilim dalıdır aynı zamanda, yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce öğretim görevlisi bu adlarla dersler verirler, araştırmalar yaparlar. “Türk edebiyatı”, “Türk şiiri”, “Türk romanı” terimleri nerdeyse 140 yıldan beri kullanılır. Beş Romancı Tartışıyor diye bir kitap var önümde. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt gibi önemli yazarlar tartışıyorlar; dillerinden “Türk romanı” sözü düşmüyor, hatta “Türk zevki”nden, “Türk ruhu”ndan da söz ediyorlar. Yani Türk romanı kavramı yalnız Türkçe yazılmış roman demek değil, ruhuyla, zevkiyle de öteki ulusların romanlarından farklı özellikleri var.
Gerçekten yapılmak istenen bir kültür kıyımı… Kitaplığıma bakıyorum, yüzlerce kitap adında “Türk edebiyatı”, “Türk romanı” terimleri geçiyor. Örnekler vereyim: Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk edebiyatı Tarihi; Prof. Dr. Gündüz akıncı, Türk Romanında Köye Doğru; Güzin Dino, Türk Romanının doğuşu; Prof. Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana çizgileri; Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman… Bu yüzlerce kitap adı yeni baskılarında değiştirilecek mi? Sonra içindeki binlerce, yüz binlerce cümle yeni baskılarında değişecek mi? Bu bir kültür kıyımı değil mi?
Dedim ya, düz ovada sivri bela!..
“Türkçe edebiyat” diyenler, “Yunan edebiyatı”, “Bulgar Edebiyatı” yerine “Yunanca edebiyat”, “Bulgarca edebiyat” diyebilecekler mi? Böyle bir saçmalık akıllarından geçiyor mu? Yunanistan’da, Bulgaristan’da nüfusun nerdeyse % 10 Türk… Bu gerekçeyle böyle bir şey isteyebilir misiniz?
Ahlakın bir tanımı da şudur: Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmayacaksın… Başka uluslara yapamadığını da Türk ulusuna yapmayacaksın. Bunu yaparsan hem faşist, hem ayrımcı, hem de ahlaksız olursun.