Ebru bir aşktır!

Öyle güzel yürekli insanları var ki yurdumun! Onlarla söyleşmek için sık sık demir atıyorum. Bu kez Kadıköy limanında, Ebru sanatçısı şair Gönül Kızılkaya ile beraberiz. “Ebruyu (1) anlatır mısınız bana Gönül Hanım” der demez hemen başlıyor anlatmaya:
“Tam anlamıyla, sizin büyük aşkınız doğayla bütünleşmiş bir sanat dalıdır ebru, Ethem Bey! Ebru; doğurgan tohumlarını, ruhumuza ve yaratıcılığımıza inanılmaz bir cömertlikle sunan doğaya bakıp, gördüklerinizi - duygularınızı ve ruh halinizi de katarak- su üzerinde ifade etme sanatıdır. Tıpkı resim gibi, tıpkı şiir gibi, tıpkı müzik gibidir... Günümüzde ebru, diğer soyut ve plastik sanatlar gibi değerlendirilmektedir. Görsel zarafetinin yanı sıra, mikro ve makro âlemlerden, çıplak gözle göremeyeceğimiz ilginç güzellikler sunar bizlere.
Sabrı öğreten mistik yolculuğunda, efsunlu bir çekiciliği vardır ebrunun. O bir aşktır! Renklerin dans ederek suyla sevişmesidir. Öyle bir tutkudur ki o; önce seni senden alır, sonra sana bambaşka bir sen armağan eder… Böylece ruhun özgürleşerek bir terapiden çıkmış gibi doğa ile kucaklaşır, kutsanırsın adeta.
Ebru yaparken; sınırsız hayallerinle gökyüzü kadar mavi, orman kadar yeşil, okyanus kadar lacivert, aşk kadar kırmızısındır… Yağmur gibi romantik, fırtına gibi güçlü ve de su gibi özgürsündür… Ne bir yasak, ne bir kısıtlanma, ne de yargılanma vardır! Böylece hayal gücün, özgün yorumlarınla zenginleşerek suya yansır bu renk yolculuğunda. Suya düşen her renk damlası doğaya bir ibadettir adeta, fısıldanan bir dua, bir melodi, bir şiirdir. Diğer bir deyişle ebru, tutkunun suyla yolculuğudur Ethem Bey!
Yaşamdaki her şeyin sudan yaratıldığını doğrularcasına ne güzel seslenmiş Yunus Emre dizelerinde; "Biraz toprak, biraz da suyum ben! Neyimle övüneyim, işte buyum ben."
Ben de derim ki; “Ebru; sen yüreğimin doğaya uzanan eli, suya fısıldadığım bir dua, birinin diğerine benzemediği bin bir öykü, doğum kadar kutsal ve ölüm kadar gerçek bir aşk ve de bir tutkusun!”

Gönül Kızılkaya, kırmızı aşk​

DİNGİN BİR YOLCULUK
Çok etkilenmiştim bu betimlemelerden. Sordum; “Siz nasıl başladınız ebruya Gönül Hanım?”
“Oldukça zor bir dönemden geçiyordum. Duygularımı aktarabileceğim bir şeyler yapmam gerekiyordu, ama bunun ne olduğunu bilmiyordum. Hep Mevlana'nın şu sözünü düşünüyordum; "Neyi arıyorsan O'sun sen." Peki, ben neydim, neyi arıyordum? Bendeki bir beni mi? Tesadüflerin, hayatımız için hazırlanan seçimler olduğuna inanmışımdır daima Ethem Bey. İşte böyle bir tesadüf, bu arayışta bana suyu işaret etti ve ebru sanatı ile tanıştım. Suyla yolculuğum başlamıştı artık... Huşu içinde, dingin, enstrümantal bir yolculuktu bu.”
“Ne de güzel tesadüfmüş, iyi ki aramışsın kendini Gönül”, diye geçirdim içimden. Ne dersiniz; fallar bakmayı çok seven ve ebruyu yarattıkları rivayet olunan Türkistan Şamanlarının yaptığı gibi, iç dünyamızı renklerle suya sunalım mı biz de? Neyse halimiz, çıksın falimiz diyelim mi? Haydi, suyla yolculuğunda rastgele sana Gönül!
(1)Ebru, en eski Türk kağıt süsleme sanatlarındandır. Orta Asya dillerinden Çağatayca'da "hare" gibi, damarlı anlamına gelen "ebre" bilinen ilk adıdır. İpek Yolu ile İran'a gelen ebru, burada "Abru" (Su Yüzü) veya "ebri" (Bulutumsu) olarak isimlendirilmiştir. Daha sonra Türklerle birlikte Anadolu'ya geçip, "ebru" olarak dilimize yerleşmiştir. 17. yüzyılda 'Türk kağıdı' diye girdiği Avrupa'da, günümüzdeki adı "Marbling Art"dır.