Edebiyat Cephesinin gerekliliği
Ulusal Kanal’da Demirtaş Ceyhun Ağabeyle söyleşirken, 12 Eylül öncesi kendi çıkardığı 15 günlük edebiyat gazetesinin adı olan “Edebiyat Cephesi” kavramının dönemin mücadele gereksinimine uygun düştüğünü, fakat bugün sorunların daha da derinleştiğini ve o nedenle bu cephenin yeniden harekete geçirilmesi gerektiğini konuşurduk.
Doğrusu toplumcu gerçekçi yazar ve sanatçılar için edebiyat, tarih boyunca hiçbir zaman bireysel bir varoluş alanı olmadı, aksine edebiyatçı, toplumsal varoluşun bir parçası olarak görev üstlendi. İnsanın yetkinleşmesi, özgürleşme süreçleri baştan sona insanda yapma iradesi oluşturan edebiyat ve sanatın gücüyle beslenmiştir. Edebiyatı saygın kılan da bir disiplin olarak insanın mücadelesine ölüm severliği değil, yaşama sevincinin kutsallığını katmasıdır.
Biz de bu tarihsel tespitin gereğini yapmaya koyulduk. Heyecanlı, akıcı konuşma üslubuyla Demirtaş Ağabey kolları sıvadı ve Ulusal Kanal’da edebiyat sohbetlerini körükledi. Programdan sonra kocaman gülüşüyle “Ulan,” diyordu “Sürem bitti gene sözüm bitmedi!” Bu programların gerekliliği, ortaya koyduğu zengin içerikten, bugünün ihtiyaçlarına yanıt veren işlevlerinden hemen anlaşılır.
Emperyalizmin Türkiye’de iktidar sahipleri eliyle edebiyat üzerinde yürüttüğü saldırılara karşı bir direnme noktası oluşturabilme düşüncesiyle, Ulusal Kanal’da yine Edebiyat Cephesi adıyla yıllarca sürecek haftalık programlar hazırlayıp sunmaya başladık.
Daha sonra Aydınlık Gazetesindeki Edebiyat Cephesi köşesinde, sanat ve edebiyatın gücünü mücadelenin içine çekme anlayışını sürdürmeye çabaladık. Uzun bir aradan sonra yine aynı köşede, aynı heyecan ve aynı hizmetkâr duygularla karşınızdayım.
YIKILAN AMERİKA, YIKILAN EDEBİYAT
Amerikan emperyalizminin çöküşünün yarattığı sarsıntılar ve bozulan siyasi ezberler ortalığı toz duman etti. Dün yan yana durduğun arkadaşın, bugün sana cephe almış. Hatta büyük bir öfkeyle senin karşında mevzilenir olmuş. Sen, “Mavi Vatan” diyorsun, edebiyatçımız havaya bakıyor. Sen bir daha, “Mavi Vatan” diyorsun, adam yapıştırıyor: “Irkçııı! Faşiiist!” Niçin!
Örneğin sen, 21. Yüzyılın getirdiği yeni koşulları gözlemleyip yaşanan büyük hesaplaşmaya Vatan Savaşı diyorsun, adam, yok bu Saray Savaşıdır diye gerçeği bozup siyasi iç restleşmelerden ihanet üretiyor. Onların mantığına göre, 30 yıl sonra Azerbaycan’ın kendi öz topraklarını geri alma savaşı da başka bir Saray Savaşı demek oluyor. Oysa her iki direnişin de aynı Vatan Savunması karakterinde olduğunu görmüyor. Gözleri var ama, âmâdır!
Daha da önemlisi bu tür düşüncelerle milletimizin ve ordumuzun mücadele azmini zedeliyorlar. Tam da emperyalizmin, “ikna edemezsen kafasını karıştır” noktasındalar. İşi bak sen. Meşhur şairimiz, romancımız vs. asli görevini tersine çevirmeyi nasıl da başarıvermiş. Peki, bu durumda ne yapmamız gerekli? Edebiyat Cephesini açmak, büyütmek, edebiyat kurumlarımızı, edebiyatçımızı sarsmak uyandırmak ve sahte düşlerden uyandırmak gerekmez mi? Bu da öncelikli bir görev değil mi?
EDEBİYAT YOKSA DEVRİM DE YOK
Yeni bir dünyanın kuruluşunu muştulayan bu şaşırtıcı gelişmeler arka arkaya sahneye çıkıyor. Geçmişin bütün ölçütleri, kavramları alt üst olurken, dönüşen maddenin özüne dayalı yakıcı gerçeği keşfediyoruz. Özellikle de ülkemizde son 20 yıllık mücadelenin bütün evrelerinde ortaya konan sağlam siyasi mücadelemizi ne derecede etkili bir edebiyat, sanatla buluşturup besleyebildik, bunu sorgulamamızın zamanı gelmeyecek mi?
Tarih boyunca insanlığın gelişme mücadelesi her zaman iki ana gücün, yani maddi güçle manevi gücün bir araya gelmesiyle kazanıldı. Manevi güce sahip olmayan bir maddi gücün ne kadar büyük olursa olsun yenilmeye mahkûm olduğunu tarih defalarca gösterdi.
O nedenle en öldürücü silahlarla donatılmış sömürgeci ordular, “sömürünün erdemi” üzerine duygusal bir yapı kuramadıklarından, kendilerinden maddi olarak çok daha zayıf, fakat manevi olarak çok daha büyük ordulara yenilirler. O orduların neferleri “Ya istiklal ya ölüm” diye bağırırlar. Türk devrimi böyle zafere ulaşmadı mı? Öyle olmadı mı Vietnam’da, Laos’ta, Şili’de, Afganistan’da, Kamboçya’da. Ve öyle olmuyor mu kana batırılan Suriye’de, Irak’ta?
İşte o manevi gücün oluşmasına hizmet eden en önemli kaynakların başında edebiyat mevzileri gelmektedir. Büyük devrimler aynı zamanda büyük edebiyatlarla başarılmıştır. Rus devrimi, Türk devrimi ve Çin devrimini zafere götüren o muhteşem gizil güç, edebiyatlarında yansıyan manevi kültür birikimleriyle oluşmuştur. Unutmayalım ki, büyük kültürler de her zaman büyük edebiyatlara, büyük edebiyatlar büyük ve köklü kültürlere dayanır.
Edebiyat, sanat, kültür ile devrimler arasındaki ilişki, sanatsal yaratı ile insanın estetik algısı arasındaki karşılıklı ilişkiden kaynaklanır. Örneğin şiir, büyük kitleleri aynı eylem doğrultusunda birleştirirken, gerçek silah gibi nesnel bir görev üstlenir. Size vatan için ölmeyi emreder ve siz gözünüzü kırpmadan atılıp ölürsünüz! İşte o anda insanlığa insanlığın geleceğine katkı yapmış olursunuz.
İnsanın içindeki “insanlık için ölebilme ve öldürebilme” iradesini ateşlersiniz.
Çin devriminin önderi Mao Zedung, bir konuşmasında, askeri orduların zafer için yeterli olamayacağını ve mutlaka kültür, sanat ordularının da kurulması gerektiğini anlatır. Sanat kültür edebiyat ordularının sahaya çıkıp hücuma katılması için çaba gösterir. Onlar olmadan zaferi kazanamayız der.
Sovyet devrim süreci büyük edebiyatçılarla, şairlerle doludur. Eğer devrimi hazırlayan süreçte Puşkin, Neksarov, Lermantov, Tolstoy, Çehov, Dostoyevski, Mayakovski, Gorki, Yesenin vb. edebiyatçılar olmasaydı halk kitlelerine mücadele inancını kim aşılayacaktı?
Türk devrim sürecini oluşturan 1876 Hürriyet, 1908 Meşrutiyet ve 1920 Cumhuriyet devrimlerini birbirine bağlayan devrim halatının içinde edebiyatın çelik lifleri olmasaydı, o halat kopardı. Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin vb. bir vatansever edebiyat olmasaydı, her şeyden önce Mustafa Kemal’in ruh dünyası bu denli çelikleşebilir miydi?
YÜKSELEN ASYA, YÜKSELEN EDEBİYAT
Emperyalistler milli devletlerin, mazlum ulusların meşru devrim haklarını yıkıma uğratmak için onları gerçek bir edebiyattan mahrum bırakmanın gerekliliğini iyi biliyorlar. O nedenle Amerikancı, Batıcı gerici güçler sanat ve edebiyatın her alanına sızdılar. Ödül kurumlarından yayınevlerine, fuarlardan festivallere, dergilerden merkez medya bürolarına kadar her alana parmaklarını sokmayı gerekli gördüler ve bunu başardılar.
Dünyada çağımızın baş çelişkisini ABD emperyalizmi ile milli devletlerin ölümüne çatışması oluşturuyor. İnsanlığın kanını emen emperyalizm küreselci sürecinde çökerken çok kutuplu yeni bir dünya kuruluyor. Bu uğurda Türkiye dahil mazlum ve gelişmekte olan milletler ekonomi, siyasi ve kültürel varlıklarıyla seferber oluyor.
O zaman şu soruyu soralım: Bugün ortaya konan edebiyat, yaşadığımız günlerin gerçeğini ne denli yansıtıyor? Edebiyatçımız, şairlerimiz dünyadaki bu altüst oluşun bilincine ne zaman varacak? Canını dişine takıp emperyalist hegemonyaya kafa tutan milli devletlerin edebiyata olan ihtiyacını ne zaman kavrayacak? Edebiyatımız beyne sıçramış bu hastalıktan ne zaman ve nasıl kurtulacak? Şimdi, burada bir Edebiyat Cephesi kurmanın gerekliliği ortaya çıkmıyor mu?