Edebiyatı vazgeçilmez kılmak

Edebiyatın insanlık için taşıdığı anlamı sorgulayarak değil de, öncelikle, anlayarak işe başlamak gerektiğini düşünmüşümdür hep. Nedenine gelince; toplumsal, siyasal ve ahlaki değerlerimizin oluşumunda edebiyatın vazgeçilmezliğini gene edebiyat ve hayat göstermiştir bize de ondan.

Bir insan ömrünü bezeyecek okuma zamanları öylesine seçicilik ister ki; orada bulduğumuz her şey ister istemez yaşantımıza taşınır, bunun seyrini de etkiler, hatta dönüştürür.

Evet, bu okuma uğraşı içindeki edebi okumaların, bilgi sağlayıcıların ötesinde, dönüştürücü rolü vardı. Bu da öyle az buz bir şey değildir. Ama ben, bunu denk düşme zamanını yakalama olarak nitelendiririm. Yani, bazı edebi okumalar belli yaş dönemlerinde yapılmalı. İşte asıl dönüşümü sağlayıcı şey de o "yapıt"la "zaman"ın buluşmasıdır.

BİTMEYEN BİR YOLCULUK

Belki de bu karşılaşmadır asıl edebiyatı bizim için vazgeçilmez kılan...Yaş dönemi okumalarının ötesinde bir buluşmadan/karşılaşmadan söz ediyorum elbette. Bu öyle bir şeydir ki; belleğinize kazınır, ruhunuza siner aradan ağanlar.

Yeni yetme çağımda, daha yazmakla alışverişim olmadan, Jack London'ın Martin Eden'ını okumam altüst etmişti beni. Ardından Gogol'ün Ölü Canlar'ı gelince; ruhumdaki değişimi hissederek edebiyatın yolunu keşfe çıkacaktım...Kendi yazarlarını arama serüveni de diyebilirsiniz buna. Ama öte yanıyla da sizi alıp bir yerlere taşıyan edebiyatın vazgeçilemez bir şey olduğunu kavrayış vardı orada. Her yazar/yapıtla buna adım adım ilerliyordunuz. Bitmeyen bir yolculuktur bu, zaman içinde daha iyi anlıyorsunuz bunu.

Geçenlerde, fotoğraf sanatçısı dostum Nevzat Çakır'la konuşurken; söz çizgi roman okumalarından polisiye romana evrilmişti. Her okuma tutkununun geçtiği bir yol değil midir bu? Saydığımız bir dolu ad, okuma belleğimizde yalnızca hatırlama işareti olarak yer etmiyordu; bizlere okuma alışkanlığı sağlamanın dışında, "edebi" olana kapı açıp, orada yürüyebilmenin ipuçlarını da veriyorlardı.

Harold Bloom şöyle diyordu: "Güçlü bir yazıda daima konu ve yapı arasında bir çatışma, kararsızlık, zıtlık vardır." (*)

Bizi kendine bağlayan, hatta okuma hızımızı/ibremizi belirleyen de zamanla bu olmuştur. Sizi tutup kendine bağlayan "iyi edebiyat", "iyi yazar"da olmazsa olmayanlar böylece bir bir çıkıyordu karşınıza.

Edebi belleğin oluşumu da belli evrelerden geçer: çizgi roman, polisiye, tarihi romanlar, klasikler... Ve elbette sinema... Ardından gelen "iyi edebiyat"ın başyapıtları...

Bu süreçlerden geçen birinin Balzac'ı keşfetmemesi, Dickens'la buluşmaması, Dostoyevski'ye çıkartma yapmaması, Jack London'la serüvenlere çıkmaması, Melville'in Kaptan Ahab'ıyla al-vere girmemesi düşünülebilir mi?

kendini inşa etmek

Edebiyatı hayatımızın vazgeçilmezi kılma yolunun taşları aslında böyle döşeniyor. Hiçbir şey birden bire olmuyor, bir ânda kurulup gelişmiyor. Tıpkı doğa yasası gibi bir şeydir bu da.

Kendini vermek, tutkuyla bağlanmak, bilgiye susamak, öğrenmeyi keşfetmek... Dahası ne? Sabır.

Bir sonrası da o başlangıçta imlediğim toplumsal/siyasal/ahlaki değerlerin kurulma yolculuğuna çıktığımızı fark etmek.

Kendi payıma, o yazarlarla buluşarak edebi yolculuğumu zenginleştirdim, hayatımın anlamını kurdum. Evet, insan edebiyata bağlanarak kendini inşa edebilir. Bir düş kurmaktan da ötedir bu. Kendi değerinizi var etmek, dünyanın ve insanlığın değerleriyle bunları karşılaştırıp buluşturup bir etmek...

İşte ahlak da, vicdan da, toplumsal bilinç de, bireysel varoluş da o geçilen süreçlerde anlam bulur, değer kazanır benliğinizde.

Siz siz olun da kendinizi, edebiyatı hayatınızın vazgeçilmezi kılmanın yollarını aramaya verin derim. İnanın böylece kendi "akıl çağı"nızı yaratabileceğiniz gibi; doğru / içli / vicdanlı yaşamak yolunu da her dem şenlikli kılacaksınızdır sevgili okurum.

(*) Batı Kanonu/Çağların Ekolleri ve Kitapları, Harold Bloom; Çev.: Çidem Pala Mall, İthaki Yay., 2014, 517 s.