Edebiyatta kadına şiddet

Geçen hafta Petersburg’da insanın kanını donduran korkunç bir cinayet haberi tüm dünyayı derinden sarstı.
Petersburg Üniversitesi’nde Napolyon uzmanı olan tarihçi Prof. Oleg Sokolov’un, 25 yaşındaki asistanı ve sevgilisi Anastasia Yesçenko’yu öldürdüğü ortaya çıktı. Sokolov ifadesine göre, tartışma sonrası tabancasıyla öldürdükten sonra genç kızın bedenini testereyle parçalamış.
Parçaladığı bedenin bazı kısımlarını sırt çantasına koyup Neva nehrine gelen katil, cesedi nehre atarken ihbar üzerine yakalanmış.
Mahkemede pişman olduğunu dile getirmiş Sokolov. İddiasına göre, cinayetin izlerini temizledikten sonra Napolyon kıyafetlerini giyerek, kamusal alanda intihar edecekmiş!
Rusya’nın saygın bir tarihçisinin, Fransa’nın onur ödülü verdiği bir entelektüelin işlediği canice cinayet, yüzlerce imgeyi tetikliyor.
İnsanın zihninde ilk beliren Hannibal filmindeki kültürlü, sapkın seri katil; belki Truman Capote’un ‘Soğukkanlılıkla’ kitabı...
Cinayetin Petersburg’un zifiri karanlık sokaklarında gerçekleşmesi, katil ile kurban arasındaki tuhaf Napolyon bağı ve kurbanın genç bir kadın olması, akla Dostoyevski’yi getiriyor.
Dostoyevski, yaşlı şehvet düşkünü erkeklerin, genç ve savunmasız kadınları baştan çıkarıp yozlaştırmaları konusunu birçok eserinde işlemiştir.
Budala’da Nastasya ile Totskiy’in ilişkileri, genç kızın olgun erkek tarafından cinsellikle yozlaştırılması bağlamında anlatılır.
Gülünç Adamın Düşü eserinde intiharın eşiğindeki yaşlı adam, küçük kıza kötü davrandığını hatırlar.
Karamazov Kardeşler’de Gruşenka’nın küçük bir kızken tecavüze uğramış olduğu ima edilir.
Cinsel zorlama nedeniyle boyun eğen, zulüm gören genç kadınları, Varvara, Katerina, Dunya, Katya gibi birçok karakteri eserlerinde devamlı işlemiştir Dostoyevski.


CİNSEL ŞİDDETİN TASVİRİ
Dostoyevski’nin eserlerinde, kadınlara ve çocuklara karşı cinsel baskı ve şiddet temasının sürekli işlenmesi, her zaman dikkat çekmiştir. Dostoyevski eserlerini yayımladığı dönemde olduğu gibi bugün de, tekrarlanan cinsel saldırı teması çeşitli tartışmalara neden olmuştur.
Sürekli ortaya çıkan bu motifin, Dostoyevski’nin kendi geçmişindeki karanlık döneminden kaynaklandığına dair iddialar vardır. Böylesi uç bir iddiayı doğrulayacak en ufak kanıt bulunamamıştır.
Her şeyin cevabını psikolojinin gizemli labirentlerinde arayanların, insan psikolojisinin en derin ve karanlık alanlarına inmeyi Freud’dan çok önce başarmış büyük yazarı anlayamamaları ironiktir.
Her yapıtın nesnel gerçekliği vardır. Yapıtlara biçim veren teknik ve tarihsel ortamdır.
Dostoyevski’nin bu vahşi, sadist cinsel sapkınları döne döne işlerken, nasıl bir anlatım tekniği kullandığı önemlidir. Daha önemlisi, bu temaların hangi kültürel ortamda ve neden kullanıldığıdır.
Bilinenin aksine bu motifleri ilk kullanan Dostoyevski değildir. Cinselliğin çok farklı tonlarının edebi biçimde ele alınması kendisinden önceki Avrupa edebiyatında oldukça yaygındır, bu anlamda ‘zengin bir gelenek’ yaratılmıştı.
Balzac, Henry James, Stendhal, Proust gibi yazarlar cinsel konuları ele almıştı.
İleri yaştaki bir adamın, on iki yaşındaki kız çocuğunu sapkın bir şehvetle arzulamasını, Balzac daha 1842 tarihi La Rabouilleuse eserinde anlatmıştır.
Aynı sapkın temayı, örtük biçimde Dostoyevski ilk eseri İnsancıklar’da ele alır, yaşlı Mösyö Buikov, genç ve yetim Varvara’nın peşine düşer. Noel Ağacı ve Düğün eserinde de bu motif daha sarsıcı işlenir. Yaşlı adamın on bir yaşındaki kıza ilgi duyması ve kıza on altı yaşına gelince evlenme teklifi etmesi anlatılır. Ebedi Koca eserinde de benzer motif tekrarlanır.


AHLAKIN SINIRINI AŞANLAR
Dönemin popüler, merdiven altı edebiyatının çok sayıda korku ve aşk romanlarında bu temalar bayağılaştırılarak işleniyordu. Sadizm, sapkınlık, ensest motiflerine; adam kaçırma, çaresiz kadınlar, şehvet düşkünü zalimlerin karanlık ve izbe kuytularda, çatı katlarında işledikleri cinayetler eşlik ediyordu.
Dönemin tefrika halinde yayımlananmış, vasat romanlarında bu motifler en klişe temalardı.
Önemli olan Balzac’tan Dostoyevski’ye, büyük yazarın bu klişe temaları ele alarak başyapıtlar ortaya koymalarıdır.
Çarpıcı olansa, halkı sapkın erotizmle yozlaştırıp sömüren bu temaları bu yazarların tersine çevirerek kullanmalarıdır. Eserlerde, kadına yönelik cinsel şiddeti doğuran toplumsal ilişkilere işaret edilerek, bu ilişkilerin insanın psikolojisinde nasıl hastalıklı hasarlar yarattığı gösterilmiştir.
Dostoyevski’de ideoloji ile psikoloji ayrılmaz bütündür!
Balzac gibi Dostoyevski de, bu sadist cinsel motifleri, burjuva toplumunun ahlaksızlığını açığa vurmak için kullanmıştı. Burjuvazinin hastalığının toplumun tüm kesimlerine veba gibi yayılmasına karşı tepki olarak yazılmıştır bu eserler. Bu motiflerle burjuva toplumunun damarlarına neşter atılmak istenmiştir.
Dostoyevski Suç ve Ceza romanını hazırlarken tuttuğu not defterinde, tüm eserleri arasında belki en cani karakterlerinden olan Svidrigaylov’u şöyle canlandırır:
"Önemli not: Esas - Svidrigaylov hiç kimseye açıklamadığı ama davranışlarıyla ortaya koyduğu bazı gaddarlıkların bilincindedir. Onunki parçalamaya ve soğukkanlılıkla öldürmeye duyduğu önüne geçilmez, hayvani bir gereksinimdir. Vahşi bir hayvan. Bir kaplan."
Svidrigaylov’un ahlaksızlığını, Ecinniler’de Stavrogin aşar.
Eğitimli, kültürlü ancak kendilerini topluma bağlayacak tüm ahlaki değerlere yabancılaşmış, işledikleri cinayetleri dahi kendi düşünce sisteminde normalleştirebilecek kadar ileri gidebilen, burjuva toplumunun sapkın bireylerini Dostoyevski tüm yönleriyle irdelemiştir.


BURJUVA TOPLUMUN HASTALIĞI
Svidrigaylov’un, Raskolnikov’un gözlerinin içine bakarak "Biz seninle aynı cins kuşlarız, tüylerimiz birbirine çok benziyor" dediği sahne, Suç ve Ceza romanının belki en çarpıcı bölümüdür.
Tefeci kadından daha mide bulandırıcı bulduğu bir insanla, ortak yanlarının olabileceğini düşünmek Raskolnikov’un Napolyoncu ahlaki sistemini yıkar. Kendiyle yüzleşir, vicdani saplantılı düşüncelerinin tutsaklığından kurtulmaya başlar.
Son on beş yılda ülkemizde kadın ve çocuklara yönelik işlenen cinsel saldırı ve cinayetlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Her gün yeni bir korkunç haber gündelik hayatımızın ‘olağan’ parçası haline geldi.
Tartışılması gereken bu cinsel şiddet ve cinayetlerin, kadını aşağılayan dinsel inanışlarla tek başına açıklanamayacağıdır. Şüphesiz yükselen muhafazakârlık, kadına şiddete doğrudan toplumsal zemin hazırlamıştır.
Ancak sorun çok daha derindedir. Son on beş yılda sadece muhafazakârlaşmadık, aynı zamanda muhafazakar iktidarın ekonomik ve sosyal politikalarıyla trajik biçimde ‘saf’ burjuva toplumu haline geldik.
Ülkemizde işlenen bu cinayetler, burjuva toplumunun katıksız saplantılarına hapsolmaya başlayan insanların açmazlarını göstermektedir.
Bir tarafta Batılı değerlerin karşısına muhafazakar değerleri koymaya çalışan kesim, diğer tarafta yükselen muhafazakârlığa karşı her geçen gün Batılı değerlere sarılan kesim bulunmaktadır. Her iki kesim de, insanı değersizleştiren burjuva ahlakına karşı insan onurunu yüceltecek fikir ve değerlerden yoksundur.
Gece gündüz Batı’nın değerlerini küçümseyip, kendisini evrensel ahlakın mihraplarında kutsayanlarla, kendini modern ve eğitimli görenlerin tüylerinin Svidrigaylov ile aynı olduğu görüldüğü zaman, hastalık doğru teşhis edilmiş olacaktır.