Eee Azizim?.. - 1

Baştan açıklamakta fayda var. Bu yazı yazıldığı sırada, futbol liginde son haftaya girilirken bir maçı eksik Fenerbahçe büyük olasılıkla şampiyonluğa veda etmiş, Türkiye Kupası’ndansa zaten elenmiş durumda. Mucize kabilinden şampiyonluk sarı-lacivertlilerin olsa bile, yazdıklarım bir süreci özetlediğinden, harfiyen geçerlidir.

Hatırlanacaktır sezon başındaki, “Bu takımı ne Ersun, ne Aykut şampiyon yaptı. Burası Fenerbahçe!” söylemi... Başkan Aziz Yıldırım’ın ifadesindeki alt metin şuydu: “Ben ve benim sağladığım olanaklardır şampiyonlukları getiren, hocalar değil.” Böylelikle tüm Türkiye’ye; ne denli güçlü, akıllı, becerikli olduğunu kanıtlayacaktı bir kez daha. Şişim şişim şişecekti, patlamak üzere olan egosu.

Neyse ki, Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav kadar cüretkâr davranıp, “Hocaya falan gerek yok, ben hallederim o işi de...” demedi. Onun yerine, “Bizim Çocuk” formülünü devreye sokarak, Fenerbahçe’ye uygunluk kriterleri açısından, adaylar içinde ilk 100’e giremeyecek olan İsmail Kartal’ı, takımın başına getirdi. Kulüp onundu, “Ben yaptım oldu”ya itiraz edebilecek kim olabilirdi?

Hoca, imzayı attığı anda ağzından çıkan ilk kelimeler, ilerleyen günlerine ışık tutuyordu futbol takımının. “Başkan, bizim babamız” demişti yeni hoca Kartal. Kalibresi, vizyonu buydu! İş güvencesi, zam gibi beklentileri nedeniyle, kulübün şoförünün seslendirebileceği bir yaklaşımı, milyonların huzuruna adım atan teknik direktörden duyuyorduk.

Öyle bir hoca bulmuştu ki Yıldırım; ligin son 3 haftasına, liderin 3 puan gerisinde giren ve mutlak kazanmak zorunda olan takımını, Mersin’de, 8 savunma ağırlıklı oyuncuyla sahaya sürüyordu. Hücumcu özellikleri ağır basan sadece 3 kişi (Sow, Kuyt ve Diego) vardı ilk 11’de. Ya yedekte? Kenarda oturan 7 futbolcunun da sadece birisi hücumcuydu (Webo). Bitime 3 dakika kala maç 0-0 devam ederken, “forvetimsi” birini daha (Diego) kenara alıp, “defansımsı” Selçuk’u sürüyordu sahaya...

Keza 5 gün önce, kendi evindeki Kupa yarı finalinde Bursaspor’a 0-2 mağlup ve elenmek üzereyken, yani yiyeceği değil atacağı önemliyken, bitime 9 dakika kala orta sahadan bir adamını (Meireles) çıkarıp, solbek Hasan Ali’yi oyuna almasını, “Solbekimiz oyundan atıldığı için rakip oradan yüklenmesin diye onu aldım” mealinde açıklayınca, maçı birlikte izlediğimiz yılların Fenerlisi Erkut Bey, kendisini tutamayıp, “Yüklensin ulan yüklensin! 3 tane daha yesek ne yazardı? Atamadıktan sonra... Eleneceksek zaten...” diye televizyon ekranıyla diyaloğa giriyordu.

Başka bir âlemde yaşıyordu Fener’in hocası. “Skor oyunu” olarak bilinen futbolda, takımının puanları uçup giderken, “İyi performans ortaya koyduk. Takımdan gayet memnunum, sadece skora yansıtamıyoruz” diyebiliyordu. “Sadece skora” vurgusu, ironik mi ironikti. Beşiktaş maçı sonrası, futbol argosuyla, “topu kıracak kadar kazma bir oyuncu” olan Emenike için, “Çok teknik bir oyuncu” lafını edebilmişti kameraların önünde.

Say say bitmez... Akılda kalanları, not ettiklerimizi sıralamayı sürdürelim. İlk yarıdaki Konyaspor maçında, rakibinin sırtına tekmeyi yapıştırıp oyundan atılan Bekir’in pozisyonuyla ilgili, “...Ondan sonra bir penaltı, anlayamadığım şekilde, anlamsız bir kırmızı kart!” demişti mesela... Hayata ve maçlara nasıl bir vizörden baktığını anlamak zordu.

Ligden düşen Erciyesspor’u, bitime 4 dakika kala penaltı golüyle 1-0 yenebildikleri maçtan sonra, kelimesi kelimesine “Çok da mahkûm olmadık, çok da ezilmedik” cümlesi dökülmüştü dudaklarından Fenerbahçe Teknik Direktörü’nün... Pes ötesi bir durumdu. Belki de haklıydı, Erciyes’in gücünü bizler fark edememiştik. Nitekim, aynı Erciyes’le Kadıköy’de 1-1 berabere kalıyordu takımı. Yine “ezilmeden” tabii...

Fenerbahçe’nin yıllardır yenmelere doyamadığı, Fenerlilerin gözünde apayrı önemi olan Galatasaray maçını kaybettikten sonra da, “Kontrollü, haddimizi bilerek oynadık” açıklamasıyla su serptiğini düşünüyordu herhalde taraftarlarının yüreğine...

Sarı-lacivertliler; önceki yılın şampiyon kadrosu korunup, takviye edildiği halde, türlü sıkıntılar içindeki başat rakipleriyle baş edemezken, ligin sıradan ekiplerinden Eskişehirspor’u 2 maçta da yenemiyor, Akhisarspor’a 2 maçta da yeniliyordu.

Bitime 6 hafta kala, lider çıktığı ve berabere kalarak yitirdiği liderliği bir daha elde edemediği Eskişehirspor maçını yorumlayan Kartal, “Şampiyonluk yolunda 1 puan aldık. Önümüzde 6 maç var” serinliğindeydi. Siz bu satırları okurken, o, takımının şampiyon olduğunu düşünerek kutlama yapıyor olabilir pekâlâ. İçinde yaşadığı paralel bir evreni olduğu kesinlik kazanıyor, bunca satırda özetlediklerimden sonra.

İşin, hiyerarşik yönüne, disipline, otoriteye falan girip de iyice rencide etmeyelim hocayı. Sadece milyonların gözü önünde, kulübede ağlayan hocasını teselli eden futbolcusu ve formayı sıyırıp kafasına göre sahadan çıkan futbolcusunu yaka paça sahaya mancınıklayan hoca görüntülerini hatırlatmak, işin bu yönünü anlatmaya yetecektir.

Fenerbahçe’nin 2014-15 hüsran/fiyasko sezonunun tek sorumlusu İsmail Kartal değildi elbette. O, azami hızı 80 kilometre olan bir otomobildi. O otomobille Formula pistine çıkacak cüreti gösterene geleceğiz daha. Tembeller ordusuna ve onlara sırtını dayayarak yola çıkan “Fenerbahçe’nin RTE’sine”... Gelecek yazıda.