Ekonomi-siyaset-eğitim zinciri

Bugün Ankara’da 62 üniversite topluluğunun çağrısıyla tarihi bir toplantı yapılıyor. Türkiye’nin farklı illerinden gelen bin 600 genç ‘Çalışan Gençlik Üreten Türkiye Kurultayı’nda eğitim ile üretim arasındaki kırılan halkanın tamir edilmesi için siyaset kurumu üzerinde demokratik baskı görevini yapacaklar. Kurultaya Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in yanı sıra Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu’nun katılacak olması, siyaset kurumunun da bu konuda bir irade koymaktan yana olduğunu gösteren sevindirici bir olay.

Kırılan halka derken ne demek istiyoruz?

Bir toplumda üretim, dağıtım ve tüketim ile ilgili ilişkiler ve araçlar ekonomi kurumunu oluşturur. Her toplum üretim yapmak ve zenginlik yaratmak, zorundadır. Güvenlik ve refaha giden yol, toplumun insan kaynağının üretici enerjisini seferber etmek ve emeğin verimliliğini artırmaktan geçer. Özellikle modern toplumlarda karmaşık hale gelmiş üretim süreçleri, emeğin niteliğini yükseltmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu ihtiyaç bizi eğitim kurumu ile ekonomi arasındaki ilişkiyi doğru kurmaya götürür.

Eğitim kurumu, ekonomik fazlanın artırılabilmesi ve bu sayede toplumun genel refah düzeyinin yükseltilebilmesi için insan kaynağının nitelikli hale getirilmesi, yani emeğin verimliliğinin artırılması amacıyla örgütlenmiş ilişki ve araçların toplamıdır. Bu kurumun içinde hem davranışların değiştirilmesi, toplumsal uyum, bakış açısı ve kişilik kazandırma gibi süreçler hem de ulusal ekonominin ihtiyaçlarına uygun nitelikler kazandırma süreci birlikte işler. Eğitim kurumu ekonomi ve siyaset ile bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olarak çalışır. Kurumsal eğitim ekonominin işleyişini ve siyasetin topluma koyduğu hedefleri tamamlayacak şekilde örgütlenir. Çünkü toplumun ekonomik ihtiyaçlarıyla eğitim sisteminin hedefleri arasında bağlantı vardır. Böylece hem ekonomi kurumu ihtiyaç duyduğu nitelikli insana kavuşur hem de bireyler ihtiyaç duydukları ekonomik gelirlere…

İhtiyaç duyulan insan kaynağını ekonomi kurumu içinde planlama ve yetiştirme şansı yoktur. Ekonomik süreçler içinde yaratılan kaynaklar kadar insan kaynaklarının da planlanması ve bölüştürülmesi işi siyaset kurumunun işidir. Siyaset kurumu, yaratılan ekonomik zenginliğin toplumsal sınıflar arasında bölüştürülmesi işi ile ilgili ilişkiler ve araçların bütünüdür. Kabile topluluklarında görüldüğü üzere, bir toplum ekonomik zenginlik üretemiyorsa, siyasal ilişkileri de kurumsallaşamaz. Siyaset kurumu sadece ekonomik kaynakları toplumsal sınıflar arasında dağıtmakla kalmaz, insan kaynaklarını da dağıtır. Önümüzdeki yıllarda ülkenin ne kadar hekime, öğretmene, mühendise vb. ihtiyacı olduğunu siyasal iktidarı elinde tutan hükümetler planlar. Ulaşmayı istedikleri hedeflere uygun olarak eğitim kurumuna talimatlar verir, kaynakları yönlendirir. Bunu yaparken ekonomiden aldığı verileri ve toplumun önüne koyduğu ekonomik hedefleri esas alması beklenir.

Kaynakları dağıtma işlevinden dolayı ekonomi ile eğitim arasındaki bağlantı halkası olan siyaset, bu işlevini yerine getirmeyi reddedince zincir kırılır. Böylece ortaya bir yandan var olan işlere gereken nitelikte işgücünün bulunamadığı (işgücü açığı), bir yandan da yetiştirilmiş insanın ekonomik olarak işe yaramadığı (işsizlik) bir manzara çıkar. Zincirin kırılması bir toplumun başına gelebilecek en büyük kötülüklerden biridir çünkü plansızlık sonucu insan kaynaklarını heba etmekle sonuçlanır. Üstelik insan kaynaklarını üretim ve kalkınma ihtiyaçlarına uygun biçimde planlamayan bir ülkede ortaya çıkacak tahribatın olumsuz sonuçları, ancak yirmi-yirmi beş yıl sonra gerçek boyutlarıyla anlaşılabilir. Bu andan sonra hataların telafisi neredeyse mümkün değildir. Genç kuşaklar, uzun işsizlik bedelini ödemekle kalmaz, aldıkları eğitimle ve kazandığı niteliklerle hiç ilgisi olmayan işlerde çalışmayı kabul etmeye zorlanır.

Bugün Türkiye’de durum budur. 1980’den sonra Türkiye’de borçlanma ekonomisinin başlaması, sadece ekonomide üreticiyi kenara itmekle kalmadı, eğitim kurumunun ekonomik işlevini de boşa düşürdü. Siyaset kurumu toplumun ekonomik geleceğini planlama sorumluluğundan uzaklaştı. Genç kuşaklar, yarının ekonomisinde bir yer tutmalarına hizmet etmeyecek bir eğitim sürecine yönlendirilmeye başladılar. Sistem onlara yalan söylemeye başladı. Eğitim görürlerse nitelikli işler bulabileceklerine inandırıldılar oysa eğitim artık gençleri istihdam pazarından uzak tutmak, oyalamak ve işe yaramaz yetenekler kazandırmakta, tabiri caizse “top çevirmekteydi.” Borçlanma ekonomisinin çalışan insana ihtiyacı yoktu.

1980 sonrasının üretimden kaçış anlamına gelen borçlanmaya dayalı ekonomik modeli, sadece ülkenin üretim kapasitesine ve üretici kesimlerine değil aynı zamanda üretim süreçlerine katılmak, çalışmak, iş sahibi olmak isteyen gençlerine de büyük zarar verdi. Bu konuda en büyük sorumluluk hiç şüphesiz son kırk yıl boyunca ülkeyi yönetegelmiş siyasi irade sahiplerinindir. Çünkü ekonomi ile eğitim arasındaki bağlantı siyasi kararların ve tercihlerin sonucu olarak kırılmıştır. Tamir edileceği yer de yine orasıdır.