Ekonomik güvenlik üzerine – 2: Güvenliğin değeri

Güvenlik asli değer yaklaşımını savunan kimilerine göre (örneğin, Thomas Hobbes) diğer değerlerden daha üstündür. Marjinal değer yaklaşımını savunan kimilerine göre de, güvenliğin değeri, o anda ne kadar güvenliğe sahip olunduğu ve ayrıca daha ne kadar güvenliğe sahip olunmasının fayda-maliyet analizine dayalıdır. Ek fayda, ek maliyetten yüksek olduğu oranda, güvenliğe sahip olunmalıdır.

GÜVENLİK YAKLAŞIMLARI

Özellikle uluslararası ilişkiler alanyazınında, çeşitli adlarla gündeme gelen güvenlik yaklaşımları vardır. Şöyle ki, barış merkezli ‘idealist güvenlik anlayışı’, güç merkezli realist güvenlik anlayışı ve anarşi merkezli neo realist güvenlik anlayışı olarak üç farklı kurama dayalı geleneksel (daraltıcı) güvenlik anlayışı ve 1970’lerde güvenlik anlayışı rönesansı ile ortaya çıkan yeni (genişletici) güvenlik anlayışı. Yeni güvenlik anlayışı, soğuk savaşın sona ermesi, emperyalist küreselleşme gibi etmenler nedeniyle ortaya çıkarken bireyselliği devletçiliğe karşı öne çıkarılıyordu. Yeni güvenlik anlayışında da çeşitli alt akımlar ortaya çıktı: güvenliğin özgürleştirme anlamına geldiği düşüncesine dayalı eleştirel güvenlik akımı, yapılandırmacı akım, postmodernist güvenlik akımı, feminist güvenlik akımı vd.

Emperyalizmin yeni evresi küreselleşmeyle birlikte biçimlenen yeni güvenlik anlayışının göbeğinde artık, düşman değil, risk yer almaktadır. İç ve dış güvenlik iç içe geçmektedir. Bilgi ve teknoloji güvenliği gibi fiziksel olmayan güvenlik türleri ortaya çıkmaktadır. Yeni güvenlik anlayışında ortaya çıkan tehditlerin sertliği, yumuşak güvenlik kavramını anlamsızlaştırıyor. Tehditler, askersel, askersel olmayan, yarı-askersel olarak üç başlıkta toplanabilmektedir. Yeni tehditler, genelde askersel olmayan tehditler olup, etkileri uzun vadede ortaya çıkabilecek türdendirler. Tehditlerin bir kısmı ulusötesi tehditlerdir.

Yeni tehdit alanlarına dayalı “yeni” güvenlik kavramları ise şöyle sıralanmaktadır:

Birey güvenliği (kentlerde üst gelir dilimi için ortaya çıkan korunaklı siteleri anımsayınız)

Nüfusbilimsel güvenlik (nüfusun oransal olarak yaşlanmasının getirebileceği sorunları anımsayınız)

Doğal kaynakların güvenliği (su kıtlığı ve su kaynaklarının özelleşmesiyle ortaya çıkabilen yurttaşların su hakkı bağlamında suya erişim riskini anımsayınız)

Enerji güvenliği (AB’nin enerji arz güvenliği sorununu anımsayınız)

Gıda güvenliği (genetik müdahaleli gıdalar ile sağlıksız beslenme ve hastalıklara yol açılması riskini, tohumculuk yasası ile tarım ve gıda geleceğimizin yok edilme riskini anımsayınız)

Ekolojik (çevresel) güvenlik (Sinop’a İtalya’dan gönderilen zehirli atık içeren bidonları anımsayınız)

Ekonomik güvenlik (finans kesimindeki kuruluşların sektörü etkileyebilecek biçimde mülkiyet bazında veya davranış kalıbı bazında yabancılaşmasını anımsayınız)

Sağlık güvenliği (sağlık sektöründeki özelleşme ile ortaya çıkan gereksiz radyolojik tetkikler ile küçük çocukların ışın maruziyetine tabi bırakılması)

Bilgi, bilişim ve teknoloji güvenliği (siber savaş, siber terör gibi kavramlarla anılan riskleri, enerji verimsizliğini ortadan kaldırmak varken kimi komisyonlar pahasına nükleer enerji lobilerinin pazarı ve sömürüsüne alet olup çekirdeksel-nükleer- enerji santraları kurup sonra da ortaya çıkan kaçınıl(a)maz kazalar nedeniyle geriye dönülemez insanî ve maddî hasar riskleri

Elbette yukarıda sayılan kalemlerden kimileri birbiri içine giren kavramlardır. Belki de bunları iki üç başlıkta toparlamak olanaklıdır. Zaten güvenlik ile ilgili alanyazında çok çeşitli sınıflamalar mevcut. Sürdürülebilirlik kavramıyla ilişkilendirirsek ki, iktisadî güvenlik kavramına yakınsak bakarken bu kavrama tekrar döneceğiz, güvenliği (a) siyasal iktisat, (b) toplumsal, (c) ekolojik olarak üç başlıkta sınıflayabilir miyiz acaba? Elbette ki, siyaset bunların her birine ikinci sözcük olarak eklenebilir: siyasal iktisat örneğinde olduğu gibi, toplumsal siyaset, ekololoji siyaseti vb. Askeriyeye gelince, siyasetin başka araçlarla devamı tanımını kullandığımızda zaten o da siyasete içkin bir nitelik kazanıyor. Örneğin, dış siyasetini ABD’ye -NATO’ya- ve AB’ye kilitlemiş bir hükümetin millî savunma teşkilatı da NATO bağlantılı oluyor. Bir NATO ordusu oluyor. TSK’nın göreli özerkliği belirleyici olabilir mi? Tartışmalı! Ulusalcılık tartışmaları bağlamında genelde ordunun konumuna sınıfsal bakış açısıyla tartışma yapılması gerekli ve yararlı gözüküyor, tabii Türkiye özelini de göz ardı etmeden.

İki örneği anımsayalım: Biri zamanın genelkurmay başkanı Org. Doğan Güreş’in Amerikan vatandaşı Başbakan Tansu Çiller için ‘o tak diye emreder, ben şak diye yaparım’ demesi ve tak-şak paşa diye anılır olması gibi. Bir diğer örnek de yine eski genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök’ün hükümetle çok iyi geçinmesi, ABD ricasıyla daha başbakan olmamış RTE ile görüşmesi.

Zaten, Birleşmiş Milletler Silahsızlanma ve Kalkınma Arasındaki İlişki Üzerine Uluslararası Konferans Sonuç Belgesi’nde de (tarih: 11.9.1987) ulusal güvenlik, askersel boyutuna ek olarak siyasal , ekonomik, toplumsal, ekolojik yönleri de bulunan bir kavram olarak tanımlanmıştır.

NOT: Yazımız haftaya devam edecektir.