Ekonomik tehdit etkili oldu mu?

ABD istihbaratla nefes alan bir devlettir. Her ülkeden devlet çapında istihbarat toplar. İlgili ülkenin ana eğilimlerini doğru ya da doğruya yakın tespit eder. Almanya, Fransa gibi devletler bile bundan istisna değildir.
NİÇİN TRUMP EKONOMİ İLE TEHDİT ETTİ?
Trump’un Türkiye’ye kaba saba mafya benzeri bir dille gözdağı vermesi bu ülkenin nasıl bir çizgiye sürüklendiğinin en güzel göstergesidir. ABD rasyonel düşüncenin dışında, her türlü yola sapabilen güvenilmez ve tehlikeli bir devlettir. Ancak burada altı çizilecek başka bir nokta var. Trump’un Türkiye’yi tehdit ederken ekonomiyi öne çıkarmasının bir bilgiye dayandığını farz ve kabul etmeliyiz. Demek ki ABD, Türkiye’nin en hassas alanının ekonomi olduğunu düşünüyor. Türkiye’nin bu alanda baskı altına alınarak, siyasi taviz verebileceğini hesap ediyor. İktidar tehdide sıcak mesajlarla karşılık veriyor.

SADECE KRİZ ERTELENİYOR...
Bu tehditten çıkarılacak tek bir sonuç var: “Türkiye müteakip dönemlerde de benzer tehditlere maruz kalmak istemiyorsa ‘Milli Direnme Ekonomisi’ inşa etmek zorundadır. Borçlanarak, sıcak para arayarak gidilecek bir liman kalmamıştır. Bu tür yaklaşımlar sadece krizi ertelemekte, Türkiye’nin bağımlılığını ve hassasiyetini daha da artırmaktadır. Türkiye dünyadaki faiz oranlarının çok üzerindeki değerlerle borçlanmaktadır. Milli Direnme Ekonomisi, HDP haricinde TBMM’deki bütün partilerin onayı ile hayata geçirilmelidir.

TÜRKİYE İÇİN BEKA VE MİLLİ GÜVENLİK SORUNU
Milli Direnme Ekonomisi, artık Türkiye için bir beka ve milli güvenlik sorunudur. Partiler aslında ithalat ekonomisini uygulayan ve ülke çapındaki rantları yönetenlerin Meclis’teki temsilcileridir. Bu nedenle direnme ekonomisine geçmek sanıldığından çok daha güçtür. Önünde yapısal güçlükler, büyük engeller, direnç mevzileri vardır. Çünkü dünyadaki her ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de ekonomi siyasete yön verir. Siyasete yaslanarak kolay para kazananların düzenini kırmak radikal ve devrimci atılımlar gerektirir. Üretim ekonomisi önünde sonunda asalakları ortadan kaldırır. Zaten bu asalaklar Türkiye’de kazanırken, dış bir ülkede servetlerini garanti altına alma eğilimindedir. Üretim ekonomisi, ister istemez ülkenin gerçek anlamda kalkınması için mal ve hizmet üretenleri öne çıkaracaktır. Üretim seferberliği ülkenin ekonomi tabanını tepeden tırnağa değiştirecektir.

BORÇLANMA VE SICAK PARANIN SONU!
Mevcut ekonomik düzenle Türkiye uçuruma doğru sürüklenmektedir. Borçlanma ve sıcak para ile yaşam sürdürülebilir değildir. Ani bir çöküş yerine, ülkenin her tarafını kemiren, vatandaşları yoksulluğa mahkûm eden ve zamana yayılan bir çürüme söz konusudur. İleriye dönük yapılan ekonomik projeksiyonlar hiç de iç açıcı değildir. Yapılan tahminlerde ekonomide daralma ve küçülme ağırlık kazanmaktadır. Daralma ve küçülme ile birlikte yaşamak bile ancak dış borç bulmakla mümkündür. Mevcut koşullarda her kurumun sağduyu ile hareket etmesi gerekir. Yangın etrafı sardığında siyasi partiler de bundan nasibini alır. Gemiyi yüzdürmek için ortak bir gayret, ortak bir seferberlik gereklidir. Türkiye’nin dış ülkelere ve dış tehditlere karşı direncini artırmak için mutlaka ekonomik değişim ve dönüşümü gerçekleştirmeliyiz.

ZAMAN, DAYANIŞMA ZAMANI
Türkiye’nin bazı görüşlere göre stratejik müttefiki tarafından ekonomik savaşla tehdit edilmesi yeteri kadar uyarıcı olmalıdır. Çanların kimin için çaldığı ortadadır. Umarım, mikrofonu her ele geçirdiğinde ABD’yi kutsayan demeçler veren CHP Dış İlişkiler Sorumlusu Büyükelçi Ünal Çeviköz de gerekli dersleri almıştır. İnşallah, CHP de körü körüne AB-D’nin peşine takılmaktan vazgeçer. Milli bir ekonomi için güçlerin birleştirilmesi günümüzün yakıcı görevidir. Dünyaya Ankara’dan bakamazsak, ekonomi çarkını çeviremeyiz. Türkiye’ye yönelik gerçek risk ve tehditleri, ancak Ankara’dan görebiliriz. ABD’nin ağır tehditlerle karşımıza çıktığı bir dönemde yapılması gereken ülke çapında bir dayanışma ortamı tesis etmektir. Ama öncelikle, “Milli Direnme Ekonomisi”ne olan ihtiyacın bütün siyasi partilerce saptanması gerekiyor...
Her ülke yapacağı tercihlerle geleceğine yön verir. Süper güçlerin tehditlerini görmezden gelip, idare-i maslahat yoluna sapanlar sonunda ağır bir bedel öder. Koşulların neredeyse tamamı değişmişken, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmek isteyenler, kaçınılmaz olarak duvara toslar. Gerçeklerle yüzleşme cesareti olmayanlar, kaçarak sorunlardan kurtulamazlar. Sonunda karşılarına ağır bir fatura çıkar. Bu ahval ve şerait içinde Türkiye ekonomik konulara öncelik vermeli, müşterek bir anlayışla bir üretim seferberliği başlatmalıdır. Başka bir çıkış yolu yoktur!