Ekonominin ateşine benzin döküyorlar!

IMF’nin Türkiye için periyodik olarak hazırladığı 4. Madde Konsültasyon Raporu 2 gün önce açıklandı.

Ardından dün, Standart & Poor’s kredi derecelendirme kuruluşu Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılamaz” seviyeye düşürdü. Böylece Fitch, Moody’s ve S/P üçlüsünün hepsinin kredi derecelendirmelerinde Türkiye yatırım yapılabilir seviyenin altındaki bir not seviyesine indirilmiş oldu.

Tüm bunlar olurken, siyasi iktidar seçim paniği ile -kendi ifadeleri ile- 24 milyar TL, gerçekte ise bunun 2 katına mal olabileceği hesaplanan ikramiye, teşvik, af vb. paketini açıkladı.

Bu ısınan ekonomide bir manada ateşe benzin dökmek anlamına geliyor.

Ama daha önce yazıp, söylediğimiz gibi “Tarzan zor durumda”, “bizden sonra tufan” anlayışıyla, gözü kara ve hesapsız bir biçimde para musluklarını sonuna kadar açmaya çalışıyorlar.

Mehmet Şimşek ise ikide bir tekrarladığı neoliberal-kumarhane kapitalizmi söylemlerini yani “parasal-bütçe disiplini” laflarını unutmuş görünüyor.

Bu şartlar altında enflasyonun tek haneye düşürülmesi artık çok zor, neredeyse imkânsız.

Diğer yandan, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artış Türkiye’nin enerji ithalatı açığı faturasının bu yıl 40 milyar doları aşacağını gösteriyor.

İhracattaki artışın önemli bölümünün avro/dolar paritesinden kaynaklanan bir artış olduğu ve artışın tamamının reel ihracat artışı olmadığı, eş zamanlı olarak da ithalat artışının tüm zamanların en yüksek oranlarına çıktığı, dış ticaret açığının patladığı da bir başka gerçek. 453 milyar doları aşan kamu ve özel toplam dış borçların büyük bölümünün özel sektöre ait olması karşısında çareyi 10 yıl önce serbest bıraktıkları dövizle borçlanmaya bugün “yasaklama” getirmekte bulabildiler.

Bankacılık sektöründe, başta inşaat sektörü olmak üzere kredilerin büyük ölçüde donuklaştığı ve reel sektörün risklerinin Bankacılık sektörünün üzerine yığılmaya başladığı konuşuluyor. Nitekim, Ülker ve Doğuş gibi büyük grupların bile “borç ödemelerinde yapılandırma” talep etmeleri bu iddiaları doğruluyor bir bakıma.

***

Günün sonunda yani seçim sonrası, Türkiye’yi giderek ağırlaşan, vahim bir ekonomik tablo bekliyor olacak bu gidişatla.

Bugün kaşıkla verilenlerin yarın kepçeyle geri alınacağından endişe ediyor insanlar. Sosyal medyada, emekli maaşlarında kesintiye gidileceği, döviz mevduat hesaplarına el konulacağı, net aktif vergisi getirileceği, memurların sözleşmeliye çevrilerek iş güvencelerinin yok edileceğine, dair doğru-yalan birçok olumsuz haber, yazı, yorum ve dedikodu dolaşıyor.

Cari açığın milli gelirin yüzde 5.5’ini geçmesi ve dış borçların milli gelire oranının ise kriz yıllarındaki gibi yüzde 50’nin (yüzde 53) üzerine çıkması, Rıza Zarrab davası nedeniyle Bankalara büyük miktarlarda ceza verilmesi endişeleri de bu tür spekülasyonlara zemin hazırlıyor maalesef.

Seçim paketiyle son açıklanan, 30-40 milyar TL’lik teşvik, ikramiye af vb’ın, piyasaya boca edilmesinin enflasyonu arttırıcı etkisinin yanı sıra, bütçe açığını da son derecede olumsuz etkileyeceği aşikâr.

Öte yandan, ülkede 8 Temmuz’dan, 8 ay sonra yine bu kez yerel seçimlerin (Mart 2019) yapılacak olması, seçim sonrasında ekonomide rasyonel tedbirlerin ve/veya acı reçetelerin yürürlüğe konulmasının önündeki en büyük engel olacağı da görülüyor.

Hele, Cumhurbaşkanı ile Meclis’te çoğunluğu oluşturan partilerin farklı partilerden oluşması halinde, seçim sonrasında, ülke çok daha büyük türbülanslara hem siyasi, hem ekonomik olarak gebe görünüyor.

Ama gelin görün ki, iktidar, günü kurtarma peşinde. Aşırı ısınan ekonominin ateşine benzin dökmeye devam ediyor ne yazık ki...