Emenike klinik bir vaka
Fenerbahçe, Beşiktaş ile oynadığı derbi maçından galip çıkarak çok önemli 3 puanı aldı. Bir anlamda şampiyonluk umutları kuvvetlendi. İyi bir moral oldu. Ama şimdi yapılacak çok önemli bir iş var. Vakit kaybetmeden Emenike’yi bir psikiyatri kliniğinde müşahede altına aldırmaları gerekiyor. Çünkü büyük bir futbolcu olduğu halde adeta bir sinir küpü olmuş. Kendisini bu durumdan kurtarmak gerekir. Peki “Hekim misiniz ki böyle bir durumda ahkam kesiyorsunuz?” diyebilirsiniz. Bilmem. Emenike’nin kaçırdığı golün akabinde üzerinden formasını çıkarması hakemin izni olmadan saha kenarına gelmesi sonra tekrar oyun içinde yer alması ve yüzünün mimiklerini gördükten sonra hekim olmaya gerek var mı? Maç esnasında tam bir kaos yarattı. Böylelikle Fenerbahçe tarihinde görülmemiş bir olaya da imza atmış oldu. Fenerbahçe’ye yeni geldiği dönemde beğendiğim bir futbolcuydu. İyi futbolcu olduğuna da inanırım. Çok önemli gollere imza atmıştır. Son zamanlara kadar da halkın beğenisini kazanmış, vazgeçilmez bir oyuncu olduğunu kanıtlamıştı. Ne var ki, bu yıl oynadığı maçlarda arka arkaya yüzde yüzlük golleri kaçırması taraftarların antipatisini kazanmasına neden oldu.
Taraftar sadece kazanmaya odaklıdır. Ve geçen yazımda da bahsettiğim gibi, bizim değer yargılarımız ya minimumda ya da maksimumdadır. İnsanları bu gün göklere çıkartıp yarın yerin dibine indirebiliriz. Şimdi de taraftarlar Emenike yüzünden ikiye ayrılmışlar. Sanki birdenbire birbirlerine rakip oldular. Emenike, kendisine edilen ağız dolusu küfürler ve kaçırdığı goller yüzünden iyiden iyiye demoralize olmuş. Nasıl olmasın ki? Bir sürü talihsizlikler birbirini kovaladı. Fenerbahçe’ye geldikten sonra 3 Temmuz süreci nedeni ile hiç umulmayan olaylar geldi başına. Gözaltına alındı, sonradan da serbest bırakıldı.
Nijeryalı Emenike bu olaydan sonra Türkiye’de kalmak istememiş ve Rusya’ya satılmıştı. Tekrar geri alındığında zarar edildi tabii ki. Böyle bir futbolcu strese girmez de ne yapabilir. Aslında ona tepki sadece bunlardan gelmiyordu. Aziz Yıldırım’ın saf dışı ettiği eski yöneticiler öç almak için taraftarları ateşliyorlar.
Peki Emenike nasıl bir futbolcudur? Bana göre 2 tip santrfor vardır. Bunlardan biri, hiç korkmadan her an gol pozisyonuna girebilen yapıdadır. Bazılarını gole çevirir. Diğer tip santrfor ise bir gol attıktan sonra işi bitmiş gibi sahada adeta saklambaç oynar. Emenike ilk zamanlarda oyun karakteriyle birinci duruma cuk oturmuştu. Ama sonra değişti. Yüzde yüz gol pzisyonlarını kaçırdı. Taraftar her maçta belki bu gün daha iyi olur diye Emenike’ye anlayışlı davrandı. Ama bu son hareketle taraftar da iyice isyan etti.. İsmail Kartal’ın bu tür bir psikolojik sıkıntıda olan futbolcuyu kazanmak adına böyle kritik maçta oynatması ne kadar doğruydu? Aziz Yıldırım kadroyu yapıyor diyorlar ama böyle bir şeye ben inanmıyorum. Ben de İsmail Kartal’ın yerinde olsam böyle bir futbolcunun girdiği pozisyonlarından illa ki bir tanesinin gol olabileceğini düşünürdüm.. Ama bu siyahi futbolcunun aşığı cuk oturmadığı için golleri kaçırdı ve güvenilirliğini kaybetti. Şurası bir gerçek ki Emenike gibi, hiçbir yabancı futbolcu böyle trajik olaylara başvurmamıştır. Bu tip futbolcuların takım kaptanıyla atışması da doğru değildir. Bu Emre bile olsa.
Özetle söylemek gerekirse artık Emenike, Fenerbahçe’de dikiş tutturamaz.
ALATURKALIKTAN KURTULAMIYORUZ
Alaturkalıktan bir türlü kurtulamıyoruz. Artık protoplazmamıza işlemiş. Her şeyde alaturkayız. Centilmen görünen futbolcular bile sahaya çıktıklarında kırmızı kart görebiliyorlar. Bizim alaturkalığımıza Türkiye’de Batılılar da uyuyor. Hatta bazen bizden daha fazla alaturka oluyorlar.
Örneğin kendi ülkesinde futbolu yönetenler, teknik adamlar Türkiye’ye geldiklerinde huy değiştiriyorlar. Son örneği de Beşiktaş’ın antrenörü Bilic. Bu antrenörü, her hareketi ile Fenerbahçe maçına kadar çok beğenirdim. Mütevazı, sade, iddiasız, insani ilişkileri olumlu bir teknik adam diye düşünürdüm. Ama onun da Fenerbahçe maçında saha kenarında Belözoğlu ile tartışmalarını görünce hayret ettim. Aslında bütün teknik adamların saha çizgisine gelip futbolcularına taktik vermesi çok hatalı bir davranış. Bunlara önlem lazım.
1949’da İsrail ile milli maç oynuyoruz. Antrenörleri Macar Szkelly. Oyun boyunca saha kenarına gelip, karşımda oynayan İsrailli futbolcuya saha kenarına gelip taktik veriyor. O futbolcu da ardı arkası kesilmeden kasti tekme vuruyordu. Hakem İtalyan Galiatti idi. Ona gidip, şikayet ettim antrenör Szkelly’i. Hakem de onu yedek kulübesine davet etti. Ancak antrenör buna itiraz etti ama hakem kabul etmedi. “Gitmezsen maçı iptal ederim” deyince kuzu kuzu yedek kulübesine gidip oturmaya mecbur olmuştu. Antrenörler oyuncularına maç ile ilgili taktiklerini soyunma odalarında vermeli. Maç esnasında ve saha kenarından bağırarak değil. Saha çizgisinin kenarına yaklaşmamalılar.
FELSEFE OKUMAYAN ÜLKE ÇAĞA UYAMAZ
Futbol dünyamızda şike, doping, terör teşvik primi gibi belalı işlerden sonra bir de şimdi büyü çıktı ortaya. Son günlerde gündemde. Meğer Fenerbahçe Galatasaray maçında büyü yapmış ve galip gelmiş. Saracoğlundaki diğer maçları da böyle kazanmış. Ne kadar saçma. Uzun yıllardır büyü lafı yoktu. Toschak’ın Beşiktaş’ının yenilgileri karşısında büyü lafı tekrar ortaya çıkmıştı. Söylenenlere bakılırsa büyüyü çözmek çok zormuş. Fenerbahçe’nin bu büyüsünü de çözmek için kaleye toz şeker ekmek gerekirmiş! Ancak bu şekilde büyü bozulurmuş! Ama kesme şeker olmayacak ille de toz şeker olacakmış! Yıllar yılı Fenerbahçe’de oynadım ama böyle büyü yapıldığını hiç duymadım. Saracoğlu Stadı’na 100 metre mesafedeki Mahmut Dede türbesine bile çaput bağlamadık. Oysa bizim gençliğimizde büyü lafı çoktu. Bu konuda isim yapmış insanlar vardı. Bunlardan biri de Resmiye isminde bir hanımdı. Büyücülükte isim yapmıştı. Kocası da üfürükçü tabir edilenlerdendi. Bütün bunlar geldi geçti. Ne var ki biz o yıllardan bu yıllara değişen çağa pek uyamadık. İnsanlar artık yıldızlar arası seyahatler için uzay aracında rezervasyon yapmaya bile başladılar. Biz ise bir türlü ayak uyduramıyoruz bu hıza. Teknolojinin, müspet ilmin bu kadar ilerlemesine rağmen biz büyüyü yeniden gündeme getirebildik. Bravo bize doğrusu.
Okutulmuşları bilmem ama okumuşlar pek iyi anımsarlar. Aydınlık çağından önce felsefe ile din bir savaş halinde idi. Bu savaş uzun yıllar sürdü. Sonunda felsefe ve müspet ilim kazandı. Dünyada birbiri peşi sıra ilim adamları yetişti. Bizde ise, özellikle bizim kuşak insanları gençleri sahaflardan 15-20 kuruşa din kitaplarını alıp okuyarak büyümüşlerdir. Bu cahil insanlar akşamları bir din alimi edası ile mahalleliyi toplar sabahlara kadar din konusunda konferans verirler ve de biz çocukların korkudan uykularının kaçmasına sebep olurlardı. Felsefeyi, okullarda seçmeli ders yaptık. Felsefe okumayan millet çağı nasıl yakalayabilir?
Biz bu dünyanın dışında aydınlık çağının gerisine düşmeye çalışıyoruz. Hiçbir millet bize gerektiği kadar önem vermiyor. Avrupa Birliği’nin kapısından içeri giremedik. Büyük ülkelerin yöneticiler,i bizimkileri ancak sabah kahvaltısında kabul ediyorlar. Şu an birdenbire bu konu ile ilgili bir olayı hatırladım.
Ali Şen, Sovyet Rusya ile ticari iş yapıyordu. Sovyet liderleri ile senli benliydi. Şakalaşacak kadar samimi idi. Hatta Ali Şen’den Rusya Devlet başkanının bizim devlet başkanımıza birinci sınıf karşılama töreni yapmasını söylemesini istemişlerdi. Bu günleri gördükçe insanın büsbütün morali bozuluyor. Nedenlerini anlatamam kimse de doğru dürüst anlatamıyor zaten. Hiç yoktan bir gece ansızın kapınızın çalınma ihtimali çok büyük.