Emin Çölaşan ve felaket tellallığı mesleği

“Unutmayın, gelen 2021 yılında hemen hiçbir şey iyiye gitmeyecek. (…) Umarım yanılırım ama önümüzdeki yıl her şey daha kötü olacak.”

Sözcü yazarı Emin Çölaşan, 2020’yi bu cümlelerle kapattı. Gazetenin yeni yıl manşeti de farklı değildi. “Her şey çok güzel olacak” sloganıyla başladıkları yılı “her şey daha kötü olacak” lafzıyla kapatmaları hakikaten dikkate değer.

1921’İN FELÂKET TELLALLARI

“Her şey daha kötü olacak” ifadesini görünce Cem Yılmaz’ın “Yahşi Batı” filmi geldi aklıma. Film boyunca bedbin bir mahpus, başrollerdeki Teşkilatı Mahsusa’dan Aziz Vefa ve Hazine’den Lemi Galip Beylerin karşısına olur olmaz çıkıp, “Fırtına öncesi sessizlik bu. Daha büyük şeyler olacak” diyerek felâket tellallığı yapıyordu. O kadar bilinç-altlarına işlemişti ki, Kızılderililerle barış çubuğu tüttürüp kafaları güzelleşince bu bedbin mahpusun hayalini görüyorlardı: “Daha büyük şeyler olacak.”

Felâket tellallığı aslında bir mantıksal safsatadır. Bir dizi olayın birbirini takip ettiği varsayımıyla bir olayın bir diğerini takip edeceğine duyulan inanç ve bu inanca dayalı olarak geçersiz bir çıkarımda bulunmak. Yani örneğin bir felâket tellalı, Temmuz 1921’de Eskişehir – Kütahya muhaberelerini kaybederek Sakarya Nehrinin doğusuna çekilen Türk Ordusu’nun, devam eden bütün muharebeleri de kaybedeceğini varsayardı. Bırakın İzmir’e yaklaşmayı, Ankara’yı bile terk etme seçeneğiyle karşı karşıya kalmıştı Millî Mücadele. Elbette o dönemin felâket tellalları hem İstanbul’daki köşelerinden hem de Ankara’daki meclisten kafalarını çıkarmış, “daha kötü olacak” ilanlarını duvarlara yapıştırmaya başlamışlar, tokmaklarıyla davulları gümbürdetiyorlardı.

CEKETİNİ ALIP ÇIKAN MUSTAFA KEMAL!

Emin Çölaşan ve benzeri menfi düşünmeye alışkın kafalar acaba insanlığa ne mesaj verdiklerinin farkındalar mı? Öyle ya, binlerce kişi bu yazıları okuyor. “Hiçbir şey iyiye gitmeyecek, her şey daha kötü olacak” cümlelerini okuyan birisi, herhalde herhangi bir konuda mücadele etme gereği duymazdı. Bir yanlışı, doğruya çevirecek iradeyi kendinde bulamazdı. Çünkü ne yaparsak yapalım “daha kötü olacak”. Ölsek yeridir.

Bu, hayatta küçük ya da büyük herhangi bir amacı olmayanların ya da kalmayanların ruh hali olsa gerek. 1921 Temmuz’unda Mustafa Kemal’in bu ruh halinde olduğunu düşünebiliyor musunuz? “Efendiler, yapacak bir şey kalmadı” diyerek ceketini alıp çıkan bir Mustafa Kemal hayal edebiliyor musunuz? Edemezsiniz elbette.

Tersine, bu yenilginin ardından önce Başkumandanlığı üzerine alır, ordunun başına geçer, Tekâlifi Milliye emirlerini yayınlayarak halkı seferber eder ve Sakarya Muharebesiyle bir subay savaşıyla Yunan Ordusunu perişan eder. Böylece Büyük Taarruzun koşullarını yaratır. Atatürk’ün bu muharebede verdiği “Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her birlik ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder.” emri, “her şey daha kötü olacak” kafasının tam zıddını yansıtmaktadır. Devrimcilik, kararlılık, iyimserlik bu emirden fışkırmaktadır.

AMACI OLAN MÜCADELE EDER

Aslında Mustafa Kemal olmaya da gerek yok. Dişinden tırnağından artırdığıyla çoluğunu çocuğunu okutmaya çalışan gariban insan, çocuğu okuyunca her şeyin daha iyi olacağını bilmektedir. Birçoğumuz şu cümlelerle büyümedik mi: Kızım/Oğlum biz okuyamadık, bari siz okuyun!

Tarlasını özenle süren çiftçi, sokaktaki kediye bir kap mama koyan komşu, ülkenin marşını büyük şampiyonalarda okutmak için canla başla antrenman yapan daha yeni doğum yapmış artistik cimnastikçi, vizesi düşük gelen dersin finaline kahve üzerine kahve içerek çalışan talebe, yüzü gözü maskeden, gözlükten yara bere içinde kalsa da, hastalık riski olsa da bütün bunların bir hayat kurtarmaya değeceğini bilen doktor, hemşire. Hatta koltuğun kenarına tutunarak ayakta kalmaya, adım atmaya çalışan, yalpalayıp kıç üstü düşse de inat edip tekrar doğrulan bebek. Elbette “vatan sağ olsun” diyen askerler, polisler, güvenlik korucuları. Çok asil değil mi? “Bana ne olduğu önemli değil diyor”, yeter ki “Vatan sağ olsun!” Vatan neden sağ olsun? Anam, babam, eşim, çocuğum, torunum ve aslında bütün milletim el kapısında yaşamasın diye.

Karabağ işgalden kurtulsun diye savaşan Azerbaycan Mehmet’i, Kıbrıs’ta devlet olarak var olmak için sandığa giden Türkler, Türk müteşebbisinin, mühendisinin, işçisinin ürününü pazarlamak üzere Halkalı’ya değil, Çin’e giden trenin makinisti, Karadeniz’de doğalgaz bulmak için gece gündüz çırpınan TPAO’nun emekçileri, savunmada dışarıya bağlı olmayalım diye harıl harıl tank, top, tüfek, uçak üretmeye çalışan Aselsan’ın, Roketsan’ın, Havelsan’ın kahramanları, Doğu Akdeniz’de biz de varız demek için ailelerinden uzak aylarca görev yapan Türk donanmasının isimsiz neferleri, HDP’nin kaçırdığı 9-15 yaşlarındaki evlatlarını geri almak için nöbet tutan anneler, babalar, bir daha George Floyd’un boynu ezilmesin diye ayağa kalkan siyah, sarı, kızıl, beyaz insanlar… Hiçbiri şüphesiz, “daha kötü olacak” bayrağının altında yürümüyorlardı.

ÖMER SEYFETTİN VE YAKUP KADRİ’NİN İSYANI

Gazetemizin kıymetli yazarı Doç. Dr. Atakan Hatipoğlu büyük dersler içeren iki yazı paylaştı. Birisi Ömer Seyfettin’e diğeri Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na ait. Hayretler içinde okuduk. Meğer o dönemlerin de Emin Çölaşanları varmış. 1912’de Ömer Seyfettin “Bedhahlık” başlığıyla şöyle yazmış:

“ (…) Türkiye’ye biraz tâlih tevci etti mi canları sıkılır. İsterler ki daima felâket yağsın. Her felâketi diğer bir felâket takip etsin (…) Her faciadan sonra birbirlerini tebrik ederler:

- Ben demedim mi idi? İşte lafım çıktı. Daha neler göreceğiz bakalım.

Ve gayet lezzetli bir şey içmiş gibi gülümserler. Artık mesutturlar.”

Yakup Kadri de 1920’de şunları yazıyor:

“Yıllardan beri ne görsek batmak belirtisidir, ne işitsek ölüm haberidir (…) ‘Biteceğiz, bitiyoruz, bittik!’ nakaratı bizim milli marşımızın yegâne güftesidir (…) Esasen, dikkat edecek olursanız, bizde, hele son zamanlarda iyimser görünmek âdeta bir kabalık ve bir bayağılık telâkki edilmeğe, fikir ve soy yüksekliği kötümserlikte aranmağa başlandı. Somurtkan mısınız, mutlaka doğruyu görüyor ve doğruyu söylüyorsunuz, ümitsiz ve hiddetli misiniz, mutlaka en akıllı adam sizsiniz. Hele ikide bir: ‘Adam sen de, bu millet kurtulamaz, bu millet bitti’ demek cesaretini gösterdiniz mi, artık sizden büyük, sizden kahraman kişi düşünülemez.”

Neyse ki, tarihi ilerletmek isteyen iyimserler, tarihi dondurmak isteyen kötümserlere her zaman galebe çalıyor. Tarih, uğursuz uğursuz felâket fısıldayanları değil aslanlar gibi mücadele edenleri yazıyor. Tarihe, insana ve kendimize güvendik mi, üstesinden gelemeyeceğimiz zorluk yoktur.