En serbest piyasa: Türkiye
Bir hükümet düşünün, “Dünya beşten büyük” diyerek uluslararası nizama kafa tutuyor gibi görüntü veriyor ama kendi ülkesindeki “büyüklere” sesini çıkaramıyor.
“Türkiye ekonomi modeli” diyerek, ucundan ufak da olsa “devletçi” imalar yaparken, Nureddin Nebati’nin ağzından neoliberal sistemden “epistemolojik kopuş” işaretleri verirken bile her fırsatta “serbest piyasa ilkelerine bağlıyız” diyerek asıl konumlarını belli ediyorlardı.
Türkiye’nin meydan okunamayan hem geleneksel hem taze “büyükleri” o kadarcık epistemolojik kopuşa bile tahammül edemedi ve sonuçta Türkiye Ekonomi Modeli iki yılın sonunda mevta oldu. Modelden geriye, “bu can bu tende oldukça faiz artmayacak” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, faizi durmadan artıran yeni ekonomi yönetimine “işlerinin ehli” diyerek sahip çıkması kaldı. “Faizi savunan arkadaşımla birlikte olmam, olamam” diyen Cumhurbaşkanı, faiz lobisinin elemanlarını bakanlık koltuğuna oturttu, Merkez Bankası’nı teslim etti.
‘PARASAL SIKILAŞMA’ DEDİKLERİ
Adını da “parasal sıkılaşma” koydular bu yeni dönemin. Aslında yeni de değil. Kemal Derviş’ten aşinayız. Talebi baskılayacaklarmış. Anlamı şu: üretici üretemeyecek, tüketici tüketemeyecek. Ancak yerli ve yabancı faiz yamyamları, semirdikçe semirecek. Dar gelirli, sabit ücretli ise kemer sıkmaya devam edecek. Bugün işinin ehli millî iktisatçılar, bu sürecin sonunun iflaslar, durgunluk ve yüksek işsizlik olacağını bangır bangır söylüyorlar. Aslına bakarsanız, hükümete yakın iktisatçılar da seçim öncesine kadar faiz oranlarını yükseltmenin böyle bir sonucu olacağını söylüyorlardı. Şimdilerde onları ya suskun ya da “koşullar gereği canım” diye gerekçe üretme çabaları içinde görüyoruz.
KURALSIZLIK KURAL OLDU
Önce “dünya beşten büyüktür” deyip, arkasından ABD ve AB’ye avuç açmamız gibi, “fahiş artışlar yapanlardan hesap soracağız” diye yüksek perdeden konuşup hiçbir şey yapamayan bir hükümetle karşı karşıyayız.
“Serbest piyasa kurallarına bağlıyız” dedikten sonra pek yapabileceğiniz bir şey de yok açıkçası. Rekabet Kurulu’nun çabaları ve Ticaret Bakanlığı’nın kestiği cezalar ise, “büyükler” için caydırıcı olmaktan çok ama çok uzak. Devede kulak bile değil.
Türkiye ekonomisindeki zikzaklı ve kuralsız ortam, artık finansal tedbirlerle ya da cezalarla düzeltilebilecek eşiği çoktan aştı. “Serbest piyasa kuralsızlık demek değildir” diye söylenir ama ülkemizde uygulama kuralsız.
BANKA KÂRLARINI VERGİLENDİRME
Buradan çıkış ancak köktenci, devrimci önlemlerle mümkün. Vatan Partisi, bunu savunuyor. Örneğin küçük ve orta üreticilerle sabit gelirliler hızla daralırken, her yıl rekorlar kıran Banka kârlarına bir defaya mahsus (şimdilik), yüzde 80 kurumlar vergisi getirilmesini öneriyor. Elde edilecek kaynağın da üretime yani istihdama aktarılacağını söylüyor.
Bu tabii Serbest Piyasa tanrılarını hop oturup hop kaldırıyor. Normalde sadece “haber değeri” olarak bile verilmesi, tartışılması gereken bu öneri sistem medyası tarafından ısrarla yok sayılıyor. Ancak gelin görün ki serbest piyasanın mabetleri olan AB ülkelerinde bu önerinin benzerleri birden bire gündeme geldi.
Yeni İtalya Hükümeti, 2022 yılında 2021’e göre net kârında artış olan bankaların bu gelirlerine bir defaya mahsus olmak üzere yüzde 40 vergi getirdi. Borsada yuvalanan rantiye takımı tepki verdi. Hükümet biraz esnetse de durum bu. Hepsinden önemlisi İtalyan Hükümeti karpuz kabuğunu akıllara düşürdü bir kere.
SADECE İTALYA DEĞİL
İspanya hükümeti de geçen Şubat benzer bir uygulamaya gitti. Finans şirketlerinin, yani bankaların yanı sıra enerji şirketlerine de bir kereliğine beklenmeyen kazanç vergisi getirdi. Bu şirketlerin bir yılda toplam 32 milyar 500 milyon Avro gibi uçuk kârlar açıkladığını belirten İspanya Maliye Bakanı, mevcut vergilere ek olarak toplamda 3 milyar Avro kadar yeni gelir hedeflediklerini belirtti.
Daha şaşırtıcı olan bu konunun İngiltere’de gündeme gelmesi. İktidardaki Muhafazakâr Parti kabul etmese de, ana muhalefetteki İşçi Partisi ek vergiyi savunuyor. Küresel bankacılık sisteminin merkezlerinden Birleşik Krallık’ta (BK) bir İşçi Partisi milletvekili, hükümetin İspanya ve İtalya’yı takip etmesi gerektiğini vurgulayarak, “BK hükümeti bankalara vergi indirimi uygulamak yerine aynı şeyi düşünmelidir. Banka vurgunculuğu yapmaktansa, artan hayat pahalılığı karşısında bankalar vergilendirilmeli, kamu çalışanlarının maaşları artırılmalıdır.” dedi.
Positive Money isimli etkili bir demokratik kitle örgütünün sözcüsü ise BK’nin banka kârlarına yüzde 40 vergi uygulaması gerektiğini savunarak bunun “Sadece dört büyük bankadan en az 24 milyar sterlin seviyesinde gelir elde edilmesini sağlayacağını” belirtti.
Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Litvanya’da da bankacılık alanına ilişkin benzer ek vergiler yakın zamanda uygulamaya konuldu.
KİRALARI DONDURMA MESELESİ
Konut ve işyeri kiralarındaki serbestlik de Türkiye’nin kontrolsüz serbest piyasa anlayışının örneklerinden birisi. Vatan Partisi burada da köktenci, devrimci çözümler önerdi. Kamunun 5 yıl içinde her aileyi konut sahibi yapacağını, bu gerçekleşene kadar 3 yıl süreyle kira bedellerinin dondurulacağını ve yeni sözleşmelerde de çeşitli kıstaslara göre belirlenmiş üst sınır uygulanacağını ilan etti. Tabii, serbest piyasa tanrılarının medyası bu öneriyi de yok saydı. Görenler de küçük akıllarıyla makaraya almaya çalıştı.
İşe bakın ki, bizden daha serbest piyasa olması beklenen Almanya’da, Vatan Partisi’nin önerisi neredeyse birebir gündeme geldi. Hem de iktidardaki SPD’nin önerisi olarak. Ve biz bu vesileyle öğrendik ki aslında çok sayıda Avrupa ülkesinde benzer bir tartışma hararetle sürüyormuş.
SADECE ALMANYA DEĞİL
SPD’nin meclis grubu, kira bedellerini üç yıl dondurmak ve yeni sözleşmelerde üst sınır getirmek üzere bir yasa hazırlığında olduklarını açıkladı. Koalisyon protokolünde yer alan yüzde 11’lik artış sınırının SPD tarafından yeterli bulunmadığı belirtiliyor.
2020’de Berlin’deki eyalet yönetimi 5 yıl boyunca kiraların dondurulması yönünde bir karar almış, ancak Anayasa Mahkemesi bunu iptal etmişti. Bunun üzerine Berlin’deki federal seçimlerle birlikte yapılan halk oylamasından 200 bin konutun kamulaştırılması sonucu çıkmıştı. Berlin’de sadece 110 bin konutu tek bir gayrimenkul şirketi yönetiyor. Halk oylaması bağlayıcı değil ama gelişmenin yönünü göstermesi bakımından öğretici.
Hollanda, İskoçya, İrlanda, İngiltere ile ABD ve Kanada’nın bazı eyaletlerinde de sınırlama yönünde uygulamalar ya da tartışmalar son dönemde gündemde.
MÜDAHALE EDEMEYEN DEVLET OLUR MU?
Gelelim Türkiye’ye. Havadan para kazanan bankaların ya da büyük enerji şirketlerinin fahiş gelirlerine dokunmadan, ekonomi düzlüğe çıkabilir mi? Bunları fırsatçı gelirlerini vergilendirmek yerine vatandaşın tuvalet kâğıdına ödediği bedele uygulanan vergiyi yükselterek nereye varılabilir? Herhangi bir kent merkezinde (Sadece İstanbul’da değil yani) asgari ücret seviyesinde dahi ev kiralamanın artık olanaksız olduğu bir ortama müdahale edemeyen devlet olabilir mi? Kiraların uçmaya başladığı son iki yılda hükümet yetkililerinin ağzını bıçak açmazken, hükümet basını sadece “yakında tedbirler gelecek” yollu haberle yapıyor. Tedbirler nereden ve ne zaman gelecek, içeriği ne olacak, onlar havada.
CESUR VE DEVRİMCİ BİR HÜKÜMET
Neoliberal ekonominin merkezlerinde dâhi devletçi uygulamalar gündemdeyken, Türkiye’yi yönetenlerin serbest piyasa tanrılarına boyun eğmesinin ülkemiz açısından ağır sonuçları olacaktır. Bugün “işinin ehli” denilenlerin yarın “yıldız transfer” diye getirilip berbat performansı sonrası teneke bağlanıp kovalanan futbolcu muamelesi göreceğini bizler görüyoruz. Türkiye’nin cesur ve devrimci bir hükümete ihtiyacı var. Üretici ve emekçi ezici çoğunluğa dayanan, “uluslararası piyasaların” ve onların yerli acentelerinin şantajlarına boyun eğmeyen, krizin yükünü adil dağıtan ve Türkiye’yi Tefeci Cenneti’nden Üretim Devrimi’ne taşıyacak bir hükümete. Bu bir zorunluluk ve kendini dayatıyor. Vatan Partisi, bunun için var.