En son üniversiteler mi duyar?

Herkesce bilinen PİSA raporlarından filan söz etmeyeceğim. Başta bilimsel makale, kitap vs yazmanının kısırlığı içinde devinip, tüm bilgisizliğin faturasını öğrencilere kesme alışkanlığını sürdüren kimi akademisyenlerden de dem vurmayacağım. Bu kişilerin sinema konusunda yazdıkları kitap ve makalelerdeki “aşırı eşinmeme” ile ilgili alıntılardan, çalmalardan derlenen bir kitabın yapıldığına ilişkin haberi de vermeyeceğim. Sözünü edeceğimiz konu; kimi üniversitelerin tıpkı sinemada olduğu gibi ephemere (kağıt antikası) konusunda da, herkesin bildiği bir alanı, geçmişteki çabalardan, etkinliklerden ve de çalışmalardan soyutlayıp itibarsızlaştırarak ilk kez “biz yapıyoruz, biz keşfettik” tavırlarını takınmaları üzerinedir.

Bir kez yazmıştım ama bir kez daha tekrarlayalım: Genel olarak kağıt antikası anlamına gelen ephemera olgusu 80’li yılların ortalarından beri ülkemizde bilinen bir gerçektir. Bu konuda yüzlerce yazı yazılmış, onlarca sergi açılmış, 1996’da bir dernek kurulmuş, yayınlar, bültenler yarışmalar, kitaplar yapılmış, kimi üniversitelerde seminerlerin konusu olmuştur.

Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz gidiniz, bir sahafa “ephemera nedir ?” ya da “sizde ephemera ilgili bir şey var mı?” diye sorduğunuzda yanıtını hemen alırsınız. Ülkemizde otuz yıldır tüm sahaflar, tüm araştırmacılar, tüm koleksiyoncular, tüm müzayede kuruluşları bu sözcüğün ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. Bunu bilmeyen tek kurum ise ne yazık ki adı saygın olan kimi üniversitelerimiz, daha doğrusu, bu üniversitelerde görev yapan kimi akademisyenlerimizdir. .

Geçmişteki tüm çalışmaları yadsıyarak, küçümseyerek, yok sayarak, bilimsellik adı altında kendilerine kişilik ve statü kazandırma yolunu seçen kimi akademisyenlerimizin öne çıkarak bilinen konuları yinelemeleri günümüzde neredeyse olağan sayılmaya başlandı. Bilimsel açıdan yaşanan kısırlık ne yazık ki, kimi akademisyenleri, yeni, yaratıcı çalışmalar yerine, daha önce yapılmış kimi çalışmalara sahip olma gibi kolay bir yola yönelmesine zemin hazırlıyor. Bu yola yönelmenin tek gerekçesi ise; tanımı yapılmamış klasik bir “bilimsel yaklaşım” sözcüğü oluyor. Ama bilimsellik adına da ne yazık ki, geçmişteki bilgilerin ve de birikimlerin üstüne bir şey konmuyor, konamıyor.

Bu sözünü ettiklerimizin en somut örneği ise Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM), ODTÜ Tarih Bölümü’nün katkılarıyla bugün başlayıp 27 Nisan’a dek sürecek olan Geçici Belgelerin Kalıcı Etkisi I. Uluslararası Efemera Çalışmaları Sempozyumudur.

Elbette ki ephemera konusunda bir sempozyumun -oldukça geç de olsa- düzenlenmesi her şeyden önce sevinilecek ve de kutlanacak bir olaydır. Böylesine olumlu bir etkinliği yadsımak asla kabul edilemez. Eleştiri konusu yaptığımız tek şey, bu etkinliğin yapılması değil, bu düzenlemede, ülkemizde otuz beş yıldır çalışmalar yapan kişi ve kurumları yok sayıp, sanki ilk kez “ biz keşfettik” algısının yayılmak istenmesidir.

Şimdi tüm iyi niyetimle soruyorum; bu sempozyumda bildiri sunacak -yabancı konuşmacılar dışında- kaç akademisyenimizin, bırakın bundan otuz yıl öncesini, bir on yıl, hadi bilemediniz beş yıl öncesine kadar “Ephemera” sözcüğünü içeren tek bir kitabı, tek bir makalesi, tek bir haberi, tek bir satırı vardır?

Sanırım bu soruya verilecek yanıt; “En son üniversiteleriAmiz duyar” başlığının tam karşılığı olacaktır.

Elbette ki amacımız, her biri saygın olan üniversitelerimizi rencide etmek değildir. Bu aklımızdan bile geçmez... Bizim eleştirdiğimiz, bu üniversitelerimizin bünyesinde yer alan kimi akademisyenlerin -kusura bakmasınlar ama - bu konudaki cahilliği ile biraz da kurnazlığıdır...

Yoksa ephemera olgusu kimsenin tekelinde değildir, herkes dilediğini yapmakta özgürdür... Zaten bizim arzuladığımız da herkesin bu alana ilgi duyması değil midir?