Endüstri kültürü ve kültürel budalalar

Bir toplum bilim kavramı olarak modernizmle birlikte hayatımıza giren kitle kültürü “toplumsal yapı ayrılıkları gözetilmeksizin televizyon, radyo, sinema, basın vb. kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılan kültür” olarak tanımlanıyor. Kitle kültürünü popüler kültürün endüstrileşmiş hali olarak da ele alabiliriz. Toplumun can damarlarına nüfuz edebilen iletişim araçları yoluyla ona yeni bir yaşama biçimi sunarak ilerleyen kitle kültürünün sunduğu bu yaşam biçimi yapay, mekanik, tüketime yönelik ve yüzeyseldir. Sanayileşme sonrası doğan yeni dünya beraberinde şehirleşmeyi ve “anonim kalabalıklar”ı getirdi. Aidiyet, gelenek, ahlak gibi birçok kavram kurulan yeni şehirlerin kuralsızlığında ve fabrikaların makine dişlerinde parçalandı. Bu dişlilerin arasına sıkışan insanın çırpınışları kitle kültürünün temel motivasyonunu oluşturdu.

Yeni bir yaşam formu arayan “yığın”, kitle medyasıyla manipüle edilen kapital sistemin kucağında pışpışlandı. Bu kapitalist kucakta sanat ve siyaset üretmeye çalışacak olan bireyin ürünleri geniş planda endüstüriyel tasarımdan öte geçemez hale geldi. Müzik, edebiyat, sinema kapitalist sistemin devamlılığı için kitleleri yönlendirme hatta zaman zaman “uyutma” aracı olarak işlev görür oldu. “Kitle kültürü” kavramını ilk ortaya atan ve bu kavram üzerine ilk tartışmaları başlatan Frankfurt Okulu kuramcıları Adorno, Horkheimer ve Marcuse “bir zamanlar dinin sunduğu ütopik vaadi büyük sanatın ayakta tutabileceğini” savundular. Oysa gelinen noktada romanlar kadınlara entrika sunan pembe dizilere dönüşmüş durumda. Bu olgular bağlamında Marksist feminist yazar Tania Modleski’nin “Eğlence İncelemeleri” kitabı konu üzerine yoğunlaşan akademisyenlerin makalelerini toplayarak kitle kültürüne eleştirel yaklaşımları geniş bir görüş alanı içinde okura sunuyor.

Frankfurt Okulu’nun kitle kültürüne dair eleştirel kuramı büyük bir kesinlik arz eder, “yüksek sanat”ın kitle kültürünün içinde aranamayacağını savunur. Kitle kültürü “tüketiciyi” mevcut düzenle uzlaştırır, böylece kapitalist sistemin çıkarına hizmet ederek kültürün kendisi endüstri haline gelir. Buradan da insanın erdemli ve büyük ideallerini yaratacak olan “yüksek sanat” asla çıkmayacaktır. Yapay, etkisiz ve geçici eserler yığınların kontrol edilmesinde kullanılacak, bugün kitle kültürünün açıkça en önemli biçimi olan televizyon başat aktör olarak kitlenin önüne konacaktır. Reklamlar, haberler, dizilerle bir bilinç endüstrisi ve bunun imgeleri yaratılacaktır. Toplum içinde var olmaya çalışan insan bu yolla birer “kültürel budala”ya dönüştürülecektir. Adorno, kitle kültürünün insanların zihinlerini sömürgeleştirdiğini savunur, hatta bu sömürünün kitlelerdeki her türlü devrimci potansiyeli tümüyle yok edecek kadar kuşatıcı olduğunu düşünür. Elbetteki Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezine kapı aralayan bu görüş fazla keskindir ve tartışmalıdır.

Frankfurt Okulu’nun kitle kültürüne dair tezlerine karşı yazılan ilk denemelerden biri Hans Magnus Enzensberger tarafından yazılmıştı ve ona göre her ne kadar ihtiyaçlar ve arzular kaçınılmaz olarak ‘bilinç endüstrisi’ tarafından çarpıtılmış da olsa, kitle kültürünün stratejileri, insanların gerçek ihtiyaçlarına ve arzularına seslendikleri ölçüde başarılı olabilirdi. “Yüksek sanat”ı ütopik ruhun son kalesi olarak gören Frankfurt Okulu’na karşı büyük bir sapmayı temsil eden bu görüş, “bilinç endüstrisinin vaatleri tarafından bütünüyle kandırılmayıp onun slogan, imge ve ürünlerine etkin ve yatarıcı bir biçimde el koydukları gösterilebilirse, o zaman bütün devrimci umutların ölmediğini, kitlelerin beyninin tümüyle yıkanmadığını varsaymak için bir neden ortaya çıkacağını” savunur. İngiltere’deki Birmigram Okulu eleştirmenleri “izleyici direnişinin biçimleri”ne dikkat çekerek, incelemelerde bulunur. Kuşkusuz olumlu olana vurgu yapmak ve kitle kültüründe topluma sunulanla değil, toplumun tepkisini esas alan, onu devrimci bir potansiyele dönüştürmeye çalışan bu tezler önemlidir ancak süreç içinde bu tezler fazla “hümanistleşerek” ve gerçeklikle bağını kopararak kitle kültürüne yönelik gerekli eleştirel mesafeyi kurmaktan çok uzağa düşmüştür. Tania Modleski’ye göre Frankfurt Okulu eleştirmenleri ele aldıkları kültürün fazlasıyla dışındaydı ancak günümüz eleştirmenleri ise neredeyse kitle kültürünü savunacak kadar bu kültürün içinden bakmaktadırlar. Birçok Marksist eleştirmen artık kitle kültürünü bir sorun olarak bile görmez duruma geldi. Popüler kültür bağlamlı kitle kültürü eleştirmeni ele geçirdi. Eleştirmenler sahte bilinç pompalayan kitle kültürünün endüstrisiyle işbirliği yapar hale geldiler. Bazı eleştirmenler kadınların popüler aşk romanları okumasını “burjuva kültürünün alt sınıflar üzerindeki hegemonyacı dayatmasına karşı koymak” olarak sunarken, bazıları televizyonun “nesli tükenmiş öykü anlatıcılarının, bilge ya da yaşlıların yerini aldığını” söylemektedir. Bu tablodaki savrulmaya karşı Tania Modleski’nin “Eğlence İncelemeleri” çalışması kitle kültürü üzerine eleştirel bakışı benimseyen ve savunan metinlerle ufkumuzu açıyor.

Elbette kitle kültürü çok damarlı bir alan. Popüler müzikten rock’n roll’a, haber sunuculuğundan reklamlara, dizilerden romanlara kadar çok geniş bir kapsamın çok kollu bağlamlar ışığında değerlendirilmesini gerektiriyor. Modleski’nin hazırladığı “Eğlence İncelemeleri” Adorno’nun popüler müzikteki standartlaşma çalışmasına bugünden bakış sergileyen, haber spikerliği üzerinden öznel gazeteciliğin bilgi ve inanç biçimlerimiz üzerindeki etkisini işleyen, kadının kitle kültürü içerisindeki konumunu Flaubert’in Madam Bovary’si üzerinden okuyan makaleleri içerisinde barındırarak kitle kültürü alanının dehlizlerine giriyor. “Yüksek sanat”a, postmodernizme, gösteri toplumuna, modaya, medyaya, korku filmlerine uzanan yaşadığımız kültürel ortamın geniş ve derinlikli bir panaromasını sunan kitap bizi eline geçirmiş olan endüstri kültürünün gerçekleriyle yüz yüze getiriyor.

Eğlence İncelemeleri

(Kitle Kültürüne Eleştirel Yaklaşımlar)

Tania Modleski

Çevirmen: Nurdan Gürbilek

Metis Yayıncılık

260 s.