Entelektüel kuruntu mu
Ölümünün 600. yılında, “Türk devrim düşüncesi ve ruhunun aşılmaz simgesi” Şeyh Bedrettin için yazımda şöyle demişim: “Türk devrim ruhunun Babaîlerden gelerek modern devrim aşamasına yükselen süreçte geçtiği uğraklar içinde düşünsel eylemi ve sonuca yönelik ayaklanma girişimiyle en zengin deneyimini Şeyh Bedrettin ve müritlerinin isyanında buluruz. Bedrettin ayaklanmasının çağdaş anlamını düşünce ve edebiyat dünyamıza kazandıran Nâzım Hikmet, yapıtıyla yalnızca tarihsel mirasın değerini işaret etmekle kalmamış, özgün sanatsal atılımını da devrimci ve diyalektik bir vurguyla geleneğe yaslama ustalığı göstererek çağdaş söylem ilmeklerinin kalıcı bileşimini vermiştir. Daha sonra, 1960’larda toplumsal devrim dalgasının yükselişiyle, şiirde Hilmi Yavuz, tiyatroda Orhan Asena, romanda Erol Toy, resimde Rasin, edebiyat tarihinde Nedim Gürsel, düşünsel tarihte Vecihi Timuroğlu vb Nâzım’ın attığı temel üzerinde Bedrettin’in simgesel yüklerini yeni çağdaş boyutlara taşıma çabasını sürdürdüler. Radi Fiş’in Ben de Halimce Bedreddinem romanı, Ernest Werner’in ve MichelBalivet’in tarih çalışmaları bu çabayı yabancı gözüyle derinleştiren girişimler olarak değer kazandı.” (https:// www.aydinlik.com.tr/ koseyazisi/turk-devrim-ruhu-ve-seyh-bedrettin)
‘DİYALEKTİK İDEALİST’
Yazıda, Selahattin Hilav’ın değerlendirmesini de anımsatmışım: “Bedrettin’in düşüncesinde materyalist unsurların belirleyici oluşunu daha 1970’lerde vurgulayan Selâhattin Hilâv, onu bilgeliğin ötesinde çağdaş düşünür ve felsefeci kişiliğiyle şöyle tanımlar: İnsan ruhundaki vicdan ve tutku çatışmasından birinin tarafını seçmek yerine, Türk düşüncesinde, bu çatışmadan üçüncü bir seçenek çıkarma yaratıcılık ve yetisinin doruktaki örneğidir. Başka deyişle, Nâzım’ın toplumsal özgürlük ve hak mücadelesinin en güçlü simgesini bulduğu kişide, Hilâv, ideolojik ve felsefi yönden de ulusal gururun derin kaynağını bulur.”
Esat Korkmaz’ın yazıda yer veremediğim çok önemli saptamaları sonucunda Önsöz’de yansıttığı vargısı çok önemlidir: “Şeyh Bedreddin’in düşüncelerinde görülen ‘diyalektik materyalizm’ yani ‘maddeci özellik’ dışa vuramamış, ‘diyalektik idealist’ bir inanç ağı içinde kalmıştır. Eğer bu çember kırılabilmiş olsaydı Şeyh Bedrettin bir dinsiz olarak değil, toplum düzenini ‘maddeci bir yaşama anlayışı üzerine oturtmak isteyen bir komünist olarak yargılanırdı.” (Şeyh Bedrettin ve Vâridât, Anahtar Kitaplar, 2006)
Ne ki Celal İlhan, geçtiğimiz günlerde Face’teki paylaşımında, Bedrettin’in daha önce Hilâv ve Demirtaş Ceyhun’ca da çok iyi vurgulanan düşünsel değerinin devrimci entelektüel kuruntudan ibaret kaldığını düşündüren bir yaklaşım sergiledi; aslında birçok araştırmacının gerekçesinden yola çıkan Korkmaz’ın büyük boy 304 sayfa oylumundaki kitabında Vâridât’ı satır satır yorumladıktan sonra, “yetmez, ama bu kadar” demeksizin, yaşama geçirdiği şu öneriyi de atladı: “Suskunluğumuz, ilgisizliğimiz utanca, giderek suçluluğa dönüşmeden Şeyh Bedrettin’i lâyık olduğu yere oturtmak, onu anlatmak; insanımıza, insanlığa tanıtmak temel yükümlülüğümüz olmalıdır.”
HİÇİMSEYİCİ VE KARALAYICI
Celal İlhan, şu değerlendirmeyle açıyor tartışmayı: “Şeyh Bedrettin, günümüze ulaşmış en önemli eseri VARİDAT’ta‘yârin yanağından başka her şey ortak’, anlamına gelebilecek hiçbir tümceye yer vermediğini görüyoruz. Varidat dikkatlice okunduğu zaman, bu savın (isyancılara) müritleri Börklüce ve Torlak Kemal’den yayılmış olabileceği ihtimali güçleniyor. Zamanında büyük dalgalanmalara neden olan eseri Varidat’ın (gerçekte) sünnet ve Kur’an yorumlarıyla ilgili olduğu bir gerçek. İşin aslını arayan dostlar çoktan görmüştür bu gerçeği. Bedrettin'i, Nâzım Usta’nın destanıyla tanıyanlar ise başka türlü görmekteler isyan olayını. Konu, bu yönüyle bir kez daha tartışılsın istedim.”
Yer yer sığlıklar ve acemilikler içerse de Celal İlhan’ın girişimiyle karşıt görüşlerin hemen yansıdığı tartışmada Halit Payza, Erdem Cömert, Seyyit Nezir, Mustafa Şaroğlu, Arzu Kır, Selami Karabulut, Bilim Devingin (?), Bilsen Basaran, Cazim Gürbüz, Etem Oruç, Mehmet Seviş, Mesut Kömürcü, daha sonra Kayaalp Cinel, Leylâ Akgül, Osman Namdar sorgulayıcı ve açımlayıcı bir tutum izlerken; Ali Rıza Özkan, bir anda gerilimi diyalog yerine teksesli niyetler ve kesinliklerle tırmandırmaya yöneldi: “Bu kadar entelektüel arkadaşımızın, somut olgular yerine, hayallerle tespitler yapıp, sonra da onu cansiperane savunmaları beni korkutuyor.” Özkan, bu sözler sonrasında Şeyh Bedrettin hakkında öylesine hiçimseyici ve karalayıcı söylem getirdi ki, tartışma, çığrından çıkma noktasına geldi: Sanki yukarda adı geçen bütün araştırmacılar Bedrettin’e dair hiçbir gerçekle buluşmadan konuşuyorlar, kendisi ise herkesin körleşerek yalnızca hayal görebildiği noktada gerçeği vurguluyordu. Gelecek yazımızda yeni boyutlara ilerleme umarıyla buluşmak üzere...