Erdoğan’ın yolu

Yerel seçimler sonrası yaz ayları, sonbaharla birlikte giderek ısınacak bir siyasal gündem için hazırlık yapmakla geçeceğe benziyor. Seçim sonuçları AK Parti’nin tutarsızlık ve hatalarının bedelini ödemeye başladığın gösterdi. İnişe geçen güçler merkezkaç etkenleri daha kuvvetli hissetmeye başlarlar. 2007 öncesi daha kolektif ve uyumlu bir işbirliği görüntüsü veren parti içi güç odakları artık bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Avrasya yöneliminden memnun olmayan, “eski güzel günleri” özleyen ancak partiden ayrılmayı doğru bulmayan Amerikancı klikler hareketlendiler.

Ak Parti, FETÖ hıyanetinden sonra kendini toparlayamadı. Partinin kuruluşunu belirlemiş kodlar dağıldıktan sonra yapılması gereken şey, yeni bir ideolojik kuruluşu bütün partiye tartıştırmak ve yeni bir program inşa etmekti. Bunun yerine lidere itaat merkezli bir idare-i maslahat yolu seçildi. Ancak siyasette biraz öyle biraz böyle olmuyor. Kimseye zararı olmayan küçük bir partinin tutarsızlıkları üyeleri düzeyinde belki “idare edilebilir.” Ama hükümet partisi iseniz hayat sizi tutarlılığa zorluyor. Bugün AK Parti’nin en büyük düşmanı kendi programatik tutarsızlığı ve kadroları ile izlediği siyaset arasındaki makas açıklığıdır.

Oyun düzeni bozulmuş olan AK Parti’de Erdoğan şimdilik partinin hâkimi ve seçmen davranışı düzeyinde parti esas olarak bir Erdoğan Partisi. Bu nedenle Babacan ve Davutoğlu’nun kuracağı partiler başlangıçta büyük oy kaymalarına neden olmayabilir. Ancak mesele, İmamoğlu etrafında batı destekli bir koalisyonun inşa ediliyor olması. Babacan’ın partisi İyi Parti’nin NATO’cu milliyetçiliğinin ardından Erdoğansız bir AK Parti eksiğini tamamlayacak. CHP zaten Baykal operasyonunun ardından dönüştürülmüştü. HDP’nin de desteğiyle batıcı iktidar denklemi tamamlanıyor.

Bu koşullarda Erdoğan’ın nasıl davranacağına dair kamuoyunda spekülasyonlar yapılıyor. Meseleyi yukarıdaki ittifak denkleminin bütünlüğü içinde okuyamayan bazı yorumcular, Erdoğan’ın parlamenter sisteme geri dönebileceğini öngörüyorlar. Buna göre önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde artık yüzde 51’i bulma şansı kalmadığını gören Erdoğan, hiç olmazsa hükümet çoğunluğu sağlamaya razı olacakmış.

Kanaatimce, Erdoğan gibi pragmatist bir lider, ilk kez bu denli ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı koşullarda, elindeki hiçbir avantajı terk etmeye yanaşmayacaktır. Etrafındaki çember daraltılırken en çok ihtiyaç duyacağı şeyin daha fazla iktidar olduğunu hesaplayacaktır. Önümüzdeki aylarda Erdoğan’ın mevcut siyaset aritmetiğini kabul edip, hiçbir şey olmamış gibi davranması da, iktidar kullanma kapasitesini azaltmaya razı olması da beklenmemeli. Bir başka deyişle Erdoğan “savaşmayı” tercih edecektir.

Bunu yaparken ilk fırsatta MHP’den kurtulmaya çalışacağı türünden beklentiler, hayata uygun değil. Kimse kendi eliyle müttefiklerini azaltmaz. Aksine geniş cephe kurmaya çalışması akla yakındır. Ancak bu noktada Erdoğan’ın 19 Mayıs’ta verdiği fotoğrafa uygun bir milli hükümet kurmasının önünde hem kendisinden hem de parti içi dengelerden kaynaklanan iki engel bulunuyor. İktidar olmayı, iktidar aracılığıyla uygulayacağı programdan daha fazla önemseyen bir lider, 19 Mayıs ruhunu kendi işine geldiği gibi kurgulamak isteyebilir. Ancak kişisel iktidarı için duyduğu ihtiyaçları Türkiye’nin nesnel ekonomik ve siyasal ihtiyaçları ile aynı vektörde tanımlayamadığı takdirde, gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesine kimse engel olamaz. Erdoğan’ın pragmatizmi bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da koşullara uyum sağlamasına yardımcı olabilir. Partisinin durumunu ise yukarıda kısmen belirtmiştim. Sadık seçmenleri değil ama 2015 sonrasında Erdoğan’ın izlemeye başladığı yolu içselleştirmemiş olan kendi partisi içindeki batıcı hizipler, Erdoğan’ın yolundaki en önemli ayak bağları durumunda.