Ernesto’ya bin selam

‘68 Kuşağı; Vietnam’dan Küba’ya uzanan yay üzerindeki büyük devrimci dalganın sıçrattığı binlerce kişisel ve toplumsal serüvenin tam ortasında oluştu. Devrim için savaşan herkes, ‘68’linin Spartaküs’le yaşıt kardeşi, Promete kadar eski ve yüce yoldaşıydı. Ama Che’ye, Castro’ya hayranlıkla koyulaşan dostlukta, Ho Amca’ya duyulan saygılar dolu sevgi bağında bambaşka sıcaklık vardı. Alanlara çıktığımızda, “Ho Ho Ho Şi Min / İki üç / Daha fazla Vietnam / Ernesto’ya bin selam” sloganını on binlerce gencin tek ağızdan, dev bir koroyla haykırışını bugün bile buruk ama derin bir özleme sarılmış duygularla anımsamamak elde değil.

İÇTEN VE ÇIPLAK CESARETİN YAŞAMA VURAN AYDINLIĞI

Che Guevara ve Fidel Castro’nun çok güçlü dostluklarına karşın Devrim’e ve halka duydukları saygıyı her şeyin üstünde tutarak gerektiğinde birbirine ayak bağı olmaksızın devrim serüvenini ayrı yollarda ama yine yoldaşça sürdürmeleri asıl kardeşliğin simgesi olarak bizi öyle kuşatırdı ki bambaşka insanlarla buluşma anındaki yaşama sevincinin tutkusu ve cesaretiyle günler geceler boyu tozlu yollarda yürür ha yürürdük. Onların gerçekten dupduru içtenliklerle, yalın sevdalar ve çıplak cesaretle yaşama vuran aydınlığı yüreklerimizi her gün yeni serüvenlere kışkırtır, asla görüşme şansı bulamayacağımız, sesini işitemediğimiz, dokunma özlemi duyamayacağımız nice insanı, bize onların benimsettiği capcanlı umutlarla, ırmaklar, tarlalar, patikalar boyu kucaklamaya koşardık. Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin!

HALKLARIN UMUT YILDIZI

Ölen arkadaşlarımızın ardından dünya nasıl da bir an ıpıssızlaşır ve kocaman bir yalnızlık duygusuna kapılırdık. Che’nin Bolivya dağlarında öldürülüşü sonrasında Castro’nun da aynı duyguyu bin kez daha acı yaşamış olacağını kahırla duyumsayarak dönüp yeniden ağıtımızı onlarla yakardık. Yeryüzünün harmandalı coşkusuyla kurtuluş simgesi olan Küba’nın küçücük bir adada herkesten uzakta ateşböceği tutkusuyla yanıp sönüşünü umudun yalnız ve kederli fotoğrafı olarak hep gözlerimizde taşıdık. “Küba öyle şimdi, kırgın bir çiçek sapı” diye şiirler yazdık. Ama Castro’ya güvenimiz toz taneciği kadar eksilmedi –Morales ne güzel anlatır onu– Küba sen kazanacaksın! Çünkü sen Devrim’in ve halkların umut yıldızısın!

ÖLDÜ MÜ DENİR ŞİMDİ ONLARA

Edip Cansever, Denizlerin arkasından yazdığı şiirde, “Öldü mü denir şimdi onlara” demişti. Castro’nun kavgası yeryüzü halklarının yarına uzayan aydınlığı olarak yine Küba’dan Torosları, Avrasya’yı dolanıp Himalaya ve Urallardan Andlara iniyorsa o yıldız işte Samanyolu’nun ömrüne uzamış demektir.
“Biz Devrim’i gelecek kuşaklar için yapmıyoruz. Siz de yapıtlarınızı gelecek kuşaklar için yazmayınız. Onlara bizim gereksinmemiz var. Bizim için yazın!” diyordu yazarlara seslenirken. Kendi çağı için yazan, bütün çağlar için yazmış demektir. Homeros öyle yapmadı mı? Yunus, Tagore ya da Shakespeare kendi çağları için yazmadı mı? Castro’nun Devrimi, Küba’yı 20. yy'dan 21. yy'a taşımayı başardığına göre, bütün çağlara ve yurtlara, ışıltısını evrene yayacak demektir. “Fidel’in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp yeşerip ballanan umutların eli” demişti Nâzım onun için: “Fidel’in sıktığı el / ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü yazan el”...
Ya vatan, ya ölüm demişlerdi Sierra Maestralar’dan Küba’ya inerken binlerce yoldaşıyla Casto ve Guevara!
Ernesto’ya bin selam, Castro’ya binlerce selam!
Öldü mü denir şimdi hiç onlara?