Eski bir arkadaşın pişmanlıkları (3)

Bugün önce 13 yıl önce yayınlanan yazıyı okuyacaksınız. Yazı bitince, tanıtımı ve günün yorumu yapılacak:

***

[Sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. Bu sayede yeni siyasal İslamcıların laiklik tanımlarını öğrenmiş olduk:

"Laiklik, demokrasinin teminatıdır. AKP, laikliği her türlü dini inanç karşısında devletin tarafsızlığı olarak görür. Laiklik, bireyi değil, devleti sınırlayan bir anlayıştır. Ayrıca Adalet ve Kalkınma Partisi'ne göre laiklik toplumsal barışın temel ilkesidir."

"Laik" kavramı konusunda "tanımlanmazlık" ve anlam bulanıklığını tercih edenler, şimdi, gerçek ve doğruları tersyüz eden bir tanımla karşımıza çıkıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin böyle bir tanımı kabul edeceğini sanmıyorum. Çünkü, laiklik bağlamında devletin muhatabı birey değil bizzat dindir. Devletin karşısına bireyi çıkarmak birinci saptırmadır. Batı düşüncesinde, "laisizm" ya da "sekülarizm", devlet ile dinin alanlarının ayrılmasından çok devletin kilise egemenliğinden kurtulması anlamını taşır.

İkinci saptırmayı da düzeltelim: Laik düzende, dinin dünyevî sınırlarını devlet belirler.

Sadece Siyasal İslamcılar değil, aynı zamanda Liberalciler, İkinci Cumhuriyetçiler de laikliği paşa gönüllerine göre tarif ediyorlar:

"Laiklik din ve vicdan özgürlüğünün koruyucusu"ymuş...

"Laik devlet bütün din ve inançlara karşı eşit mesafede ve tarafsız olmalı"ymış...

Ya yalan söylüyorlar ya da adam kandırıyorlar!...

Laik Devlet, dinsel inançlar "arasında" eşit mesafede ve tarafsız olabilir; ama dünyayı da yönetmek (egemen olmak) isteyen semavî (uhrevî) egemenlik karşısında kendi dünyevî egemenliğini savunmak zorunda olduğu için, dinler "karşısında" tarafsız değildir.

Din ve vicdan özgürlüklerini korumak yükümlülüğü demokratik devletin görevidir. Laiklik onların sınırlarını belirler.

Din ile devlet arasında toplumsal anlaşma imzalamadan ve bu anlaşmaya göre din (kilise, sinagog, cami) dünyevî ve siyasal iddialarından vazgeçmeden, devlet dinlere ve vicdan özgürlüklüklerine karşı (için) hiçbir yükümlülük altına girmez.

Girmez, çünkü gerçek tanımı yapılmadan, ilgili taraflar bu tanımı kabul etmeden, kabul ettiklerini "bütün dünya"ya açıklamadan "Laiklik" hiçbir yükümlülük altına girmez.

Laiklik'in kabul edilmesini istediği evrensel ve tarihsel tanımı şudur:

Laiklik, Katolik'in (dinin) baskı ve müdahalelerine karşı bireyi ve toplumu korumak gereksinimi sonucu ortaya çıkmıştır!

Laikliğin o tarihteki amacı, "Aman, ne yapalım da insanlar Katolik inancının gereklerini özgürce yerine getirsinler!" değildi. Çünkü Katolikler özgürdü, Katolik olmayanlar özgür değildi. Laikliğin o tarihteki amacı, semavî (celeste) ve dünyevî (terrestre) iktidarı birlikte isteyen Katoliklik karşısında insanı özgürleştirmek, onun kişiliğini, bireyselliğini, bireysel inançlarını ve ifade özgürlüğünü korumak, sağlamak, sağladıktan sonra gene korumak ve savunmaktı. Semavî ve dünyevî iktidarın bir tek merkezde toplanması insanı köleleştirir.

***

Günümüzde de durum aynıdır. Değişmemiştir. İsterseniz Katolik sözcüğünün yerine İslâm sözcüğünü koyabilirsiniz. Hiçbir şey değişmez. Ama olguyu güncelleştirmiş olursunuz. Âlimlerin, muallimlerin beceremediğini, bir edebiyatçı olarak Attilâ İlhan yapıyor ve "Laiklik"in püf noktasını açıklıyor:

"Demokrasi, hâkimiyeti kayıtsız şartsız halka veriyor; partiler ancak 'iktidar' olabilirler, eğer tüzüklerine rağmen, işi 'hâkimiyet'e el uzatmağa götürürlerse, Cumhuriyet'i korumakla görevli kurumlar ve kuruluşlar (Güvenlik güçleri, Adalet Kuruluşları, hatta Silahlı Kuvvetler) harekete geçerler." (Cumhuriyet, 10.8.2001)

Laiklik, sadece Devlet'in Kilise'nin egemenliğinden kurtulması sürecini içermez; ekonomik, toplumsal ve kültürel örgütlerin, bilim ve felsefenin, sanat ve edebiyatın, halkın gündelik yaşamının da dinin denetiminden kurtulması anlamına gelir.

Siyasal partiler bu gerçekleri kabul ederek iktidara talip olurlar. Yani demokrasi, siyasal partilere toplumsal düzene "egemen" olma hakkını değil, iktidar olma hakkını veriyor.

R.T. Erdoğan, 1994 yılında, Refah Partililerin dağa taşa "Egemenlik kayıtsız şartsız Allahındır!" sloganını yazdıkları sırada "Laik Müslüman olamaz" demişti.

Kimi âlim, muallim ve gazete yazmanları, bu sözleri, R.T. Erdoğan'ın "din ve vicdan özgürlükleri" kapsamında değerlendirilecek olursa, laiklik bu görüşlerin koruyucusu mu olacak?

Tam tersine, laiklik, bu görüşlere karşı toplumu ve bireyi korumak zorunda. Gerçek laiklik dine karşı değildir; dinin devlet ve toplumsal düzen üzerinde egemenliğine karşıdır. Varoluş nedenidir bu! Bu tanımından başka bir tanımı da yoktur!

Değiştiğini iddia eden siyasal İslamcı ilkin bu tanımı kabul etmeli.

Siz ne dersiniz bilimadamları?]

***

Okuduğunuz "Demek Laiklik Elden Gidecek" başlıklı yazı 2 Eylül 2001 tarihli Hürriyet Pazar'da yayınlanmıştı. Bir yıl sonra, 2002'de yayınlanan Pazar Yazıları (Gendaş) kitabımda yerini aldı. (s.232-234)

Bizim eski arkadaş ve benzerleri Kafka'nın Gregor Samsa'sının bir sabah birdenbire hamamböceğine dönüştüğünü sanıyorlar. Hamamböceğinin daha önce Gregor Samsa'ya dönüşmüş olabileceğini ve aslında hamamböceğinin bizzat Gregor Samsa olduğunu hiç düşünmüyorlar.

Recep Tayyip Erdoğan İmam-Hatip okulundan ve Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa dergâhından bugün ne ise öyle imal edilmiştir. Geçmişte ne ise bugün de odur ve gelecekte de böyle olacaktır. İskenderpaşa dergâhı lideri Şeyh Mehmet Zait Kotku'nun hayranıdır...

Yazıldığına göre, Belediye başkanı olduğu dönemde, Fatih'teki "Sarıgüzel Caddesi"nin ismini "Mehmet Zait Kotku Caddesi" olarak değiştirmiştir ve başbakan olduktan sonra da bazı cuma namazlarını Ankara'daki Şeyh Mehmet Zait Kotku Camii'nde kılmaktadır.

Yani R.T. Erdoğan'ın karşısında, "Kardeşim!" falan diye ağlayıp sızlanmanın, yalvarmanın hiçbir faydası yoktur.