Eski bir yazı: Anayasadan önce

Önümüzdeki günlerde Destek Yayınevi tarafından yayınlanacak Ne Var Ne Yok? adlı kitabımın baskıdan önceki son provalarını okuyorum. Gazete yazıları değil bunlar, "Özgür Edebiyat" adlı edebiyat dergisinde Ocak-Şubat 2010 ile Kasım-Aralık 2012 tarihleri arasında yayınlanan 18 yazıdan oluşuyor. Ne ararsan içinde var: Şiir, edebiyat, siyaset, anılar, hesaplaşmalar, eleştiriler, onarım işleri, sorgulamalar... Önümdekini ısırdığım, arkamdakini teptiğim çılgın yazılar.

Bu edebiyat dergisinin okurlarının büyük bir bölümü Hürriyet gazetesini okumadığı için, gazetede yayınlanan bazı yazılarımı Ne Var Ne Yok'ların içine alıyor, eklemeler yapıyor ve yorumlar ekliyordum. Şimdi sözkonusu kitapta yer alan ve Hürriyet gazetesi'nin 9 Ekim 2011 tarihli sayısında yayınlanan "Anayasadan Önce" başlıklı yazıyı okuyacaksınız. Önümüzdeki günlerde bu türden yazılarım olabilir.

***

[Rönesans dönemi yazarlarından François Rabelais'in "Pantagruel" adlı ölümsüz bir yapıtı vardır. Kitap birçok bakımdan ünlü ve ölümsüzdür. Bunlardan biri de "Panurge'ün Koyunları" adlı kıssalı öyküdür. Milan Kundera, çevirisi bendeniz tarafından yapılan Saptırılmış Vasiyetler'de (Can Yayınları) mizahî durumu açıklarken bu ibretlik öyküyü ele alır:

"Pantagruel'in gemisi açık denizde koyun yüklü bir şileple karşılaşır; gözlüğü başlığına takılı Panurge'ü gören bir celep zıpırlık edip ona boynuzlu muamelesi yapabileceğini sanır. Panurge hemen öcünü alır: Heriften bir koyun satın alıp denize atar; bunu gören öteki koyunlar koyunluk edip hepsi birden denize atlarlar. Tüccarlar şaşırırlar, kimini postundan kimini boynuzlarından yakalayayım derken kendileri de cumburlop denizi boylarlar."

***

Farkında mısınız, AKP ve Başbakan uzun yıllardır, Türkiye'de kamuoyuna ve siyasete, Panurge'ün koyunu muamelesi yapıyorlar. Başı sıkıştığında sürüden bir koyun alıp denize atıyorlar. Ardından bütün koyunlar cumburlop denize. Bu oyunu oynamak için Rabelais'in kitabını bilmeye gerek yok. Her yıl, ortada bir neden yokken uçurumdan aşağı atlayıp telef olan koyun sürüsü öyküleri okuruz, duyarız. Bunlar da Panurge'ün koyunlarıdır.

Deniz Feneri Türkiye davasının başına gelenler, türlü nedenlerle medya tarafından yeterince ele alınmadı. Ama bu kadarından bile rahatsız olan Başbakan, sürüden bir koyun alıp denize attı ve ortaya Alman Vakıfları'nın CHP'li belediyelerle yaptığı hayali tango çıktı.

Bu türden örnekleri AKP iktidarı döneminde sık sık yaşadık. Yaşayacağız!

***

AKP, Anayasa konusunda millete, halka ve öteki siyasi partilere Panurge'ün koyunu muamelesi yapıyor. Öteki koyunlar Panurge'ün koyununu izliyor ama farkında bile değiller.

AKP şu anayasayı kaşla göz arasında hazırlayıp, kestirmeden, şıpın işi çıkartmak istiyor. Halk ve muhalefet partileri, sanki 1924 türü bir anayasa çıkarsa, her şeyin (ekonomi, siyaset, sanayi, insan hakları, vesaire) düzeleceğini sanıyor.

Ne ilgisi var? 1982 anayasası aynen kalır ve antidemokratik yasalar değişirse, Türkiye demokratikleşir. 1982 anayasası değişir ama antidemokratik yasalar olduğu gibi kalırsa, ülke bugünkünden daha beter olur.

Ama antidemokratik yasalar ve 1982 anayasası birlikte değişirse, o zaman tadından yenmez!

Ama öncelik hangisinde, anayasada mı yoksa antidemokratik yasalarda mı?

Bu başlangıç ve uzlaşma anlayışıyla AKP, CHP, MHP ve BDP'nin anlaşıp anayasayı değiştirebileceğine ihtimal vermiyorum. Öteki partilerin istek ve hayalleri AKP'nin umurunda bile değil. Bir yolunu bulup kendi anayasasını çıkarmak istiyor. Bu yöntemle önümüzdeki seçime kadar hiçbir şey değişmez ve yeni seçime de 2011 koşulları ile girilir. Belki de AKP'nin istediği budur.

Bu durumda yapılması gereken Panurge'ün koyununu denizden alıp gemiye çıkarmak. Yani siyasal partiler ve seçim yasalarını; özel yetkili mahkemeleri ve sendikaları ilgilendiren yasaları demokratikleştirmek için girişimde bulunmak. Daha başka ne gerekiyorsa! CHP, MHP ve BDP'nin yapması gereken budur: İlkin anti demokratik yasalar sonra anayasa! Yoksa AKP'nin işbirlikçisi olurlar. Zaten AKP kendi anayasasına kavuştuktan sonra antidemokratik yasalar defterini, denize bir koyun atarak kapatır.]

***

Bu geleceği gören dürüst yazı 9 Ekim 2011 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmış. Bu yazı yayınlandığı zaman, yazılarımı izlemekle görevli Başbakan danışmanları küplere binmiş ve beni fışşıklamak için Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmenine telefon açmıştır.

Ama 2 yıl 3 ay 24 gün önce yayınlanan yazının bütün öngörüleri birer birer çıktı. Falcı malcı değilim, ama AKP'nin mirascısı olduğu üfürükçülük tarihini biliyorum. R.T.Erdoğan "Milli Görüş gömleğini çıkardım" dediği zaman, medyahanedeki kimi genç ve yaşlı zıpırlar gibi asla inanmamıştım. 2001'den itibaren inanmadığıma tanıklık eden yazılar yazdım. O zaman "önyargılı" olduğumu söylediler. Kendileri önyargılı değillermiş. Şimdi cahilliklerini ya da "şerbetçi" uzmanlıklarını, "yanılmışız" demekle, "aldatıldık" demekle geçiştirmek istiyorlar.

Bir kurgu (fiction) karakter olduğu için, bir roman kahramanı olarak bir köşe yazıcısı "roman"da yanılabilir ve bunun bedelini öder. Onurunu, karısını, servetini yitirir. Belki intihar eder. İntihar eder çünkü kendisine inanan okurlarını yanıltmış, onların kanına girmiştir. Romanın kurgusal ahlakı bir gerilim, bir trajedi yaratmak zorundadır. Roman kişileri arasında, günümüzün utanmaz ve yüzsüz köşe yazıcılarına benzer kimseler de bulunur. Bunlar karşı kefededirler, trajedi yaşamazlar.

Türkiye'de "köşe yazarı" sanılan, ama bir başka dokudan, bir başka kalibreden olan, uygar ülkelerde "chroniqueur" ya da "columnist" adı verilen yazıcı, hayatı bir roman gibi algılamak, okumak zorundadır. Yani geçmişi bilen, şimdiyi algılayıp anlayan ve geleceği gören kişi. Bildiği, algılayıp anladığı, gelecekte gördüğü olgu ve olayları, hayatı pahasına okura aktaracak kişi. Tarihin tanığı yani!

Gerisi fasafisodur! Yok yanılmış da, yok aldatılmış da, yok safça inanmış da... Sen benim külahıma anlat! Şunu bil ki benimle bir daha asla aynı masaya oturamayacaksın!