Eskilerden iki belgesel

Temmuz’un yeni ve iddialı filmlerin ticari gösterime girmesi açısından dezavantajlı bir ay olduğu ve kayda değer bir film bulunmadığı gerçeği karşısında ilgi mecburen dijital film platformlarına kayıyor, eski defterleri karıştırıyoruz. Mubi’de ne var ne yok diye baktığımda hemen gözüme çarpan iki belgesel oldu: “İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek” ve “Benim Varoş Hikayem”. Doğrusu şu sıcak kurak günlerde hatırlamak ve hatırlatmak için gayet iyi seçenekler.

İSTANBUL’UN KAOSU VE HARMONİ

Fatih Akın’ın 2005 yapımı belgeseli “İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek”, kentimizi müzik ve müzisyenler üzerinden tanımlayan, “İstanbul’un musikisini” oluşturan değişik müzik türleri ve kültürleri arasında gezinen bir çalışma. Ülkemize gelen Alman bas gitarist Alexander Hacke’yi izleyen kamera Doğu ve Batı kültürleri arasında bir yolculuğa çıkıyor ve İstanbul’un çeşitliliğini kaydediyor. Erkin Koray’dan Duman’a, Baba Zula’dan Mercan Dede’ye, Sezen Aksu’dan Orhan Gencebay’a, Müzeyyen Senar’dan Aynur’a açılan yelpazede müthiş bir zenginlik, gözlerimizi ve kulaklarımızı doyuruyor 90 dakika boyunca. Farklı müzik kültürlerinin toplum, yaşam ve siyasetle ilişkilerini de ortaya koyan Fatih Akın İstanbul’un kaosundan bir harmoni yaratıyor, İstanbul’un müzikal portresini oluşturuyor.

Baştan sona doğal bir anlatımı benimseyen, anlatıcıya “oryantalist” bir rol biçmeyen Fatih Akın, hiçbir süslemeye kalkışmadan, kirini pasını da göstererek anlatıyor İstanbul’u ve barındırdığı müzikleri. Yapımından bu yana geçen 19 yılda hiç eskimeyen ve hatta güncelliğini koruduğunu söyleyebileceğim “Köprüyü Geçmek”, şimdiye kadar seyretmemiş olanlar için önereceğim, püfür püfür esen bir film.

BİRAZ TEHLİKELİ BİR ADANA MAHALLESİ

Diğer film 2017 tarihli “Benim Varoş Hikayem” ise Adana-Ceyhan’da bir mahalleye götürüyor bizi. Öyle her isteyenin elini kolunu sallayarak giremeyeceği, Youtube videolarında gördüğümüz “Brezilya’nın en tehlikeli mahallesi”, “Güney Afrika’nın en tehlikeli mahallesi” kadar olmasa da biraz tehlikeli, belalı diye bilinen bir mahalle bu. Yönetmen Yunus Ozan Korkut’un kendi mahallesi…

Culluk Yusuf’tan Pele Dayı’ya, Takım Elbiseli Devran’dan Küfürbaz Feminist Muhtar Naime Teyze’ye mahallenin kahramanlarıyla, ufak çaplı çete üyeleriyle, kuş hırsızlarıyla, hapishanecileriyle, hapçılarıyla, “Görünüşümüz biraz ters olsa da aslında kalbimiz çok temiz” diyen sabıkalılarıyla röportajlar yapan Korkut, alabildiğine gerçekçi manzaralar ve portreler çiziyor “Benim Varoş Hikayem”de. Film o kadar gerçekçi ki bir ara “Suçu ve suçluyu övmek” gerekçesiyle gösteriminin yasaklanması bile gündeme gelmişti ve bildiğim kadarıyla sonradan hukuki problemler halledildi.

Yönetmeni filme bir de İngilizce ad (“My Suburban Stories”) verilmesiyle ilgili olarak şöyle demiş:

“Filmde çok fazla küfür, illegal anı, olay var. Dedik ki biz bunu Türkiye’de bir yerde gösteremeyiz, başımız belaya girer, hatta filmdeki karakterlerin başları da belaya girer. O yüzden İngilizce bir isim koyalım, yurtdışında gösterelim dedik. Filmin adı o yüzden İngilizce, yoksa ‘triplerde’ olduğumuzdan değil.”
Doğrusu beni rahatsız eden hiçbir şey görmedim “Benim Varoş Hikayem”de, Adana’da bir mahallenin ve insanlarının doğallığından başka hiçbir şeye tanık olmadım, hatta yer yer çok eğlendiğimi bile söyleyebilirim.