Eşkıya romantizmi-5

Osman Şahin’in 2017’de yayımlanan romanı “Eşkıya Kuza”, Türk edebiyatının eşkıya olgusuna bakışının son ve oldukça ayrıksı örneklerinden biridir. Güneydoğu’yu ve aşiret, töre, kan davası gerçeğini en iyi bilen, çoğu eserine çarpıcı bir dille yansıtan yazarlarımızdan Osman Şahin, Cumhuriyet tarihinde dağa çıkan ilk ve tek “üniversiteli eşkıya” olan Kuza’nın öyküsünü yansıtır sayfalara.

155 sayfalık romanda zaman belirtilmemiş, gerçek adlar kullanılmamıştır ama Osman Şahin öykünün 1970’li yıllarda İzol aşireti içinde yaşanan, uzun süreli ve büyük bir katliamla biten çatışmanın zemininde geliştiğini belirtir sohbetlerinde. Bu ünlü aşiretin, daha çok yeni, 2019’da Siverek’te altı kişinin ölümüyle sonuçlanan bir iç çatışma yaşamış olduğunu da yeri gelmişken anımsatayım.

Romanın ilk bölümleri, dedesi Mamato, vaktiyle Elbistan-Adıyaman dağlarında eşkıyalık yapmış, geniş ve varlıklı bir aşirete mensup genç kız Peruza’nın anlatımına dayanır. Eski eşkıya Mamato, geçmişinden söz etmez, “Geçmişimi bilen birileri çıkarsa, barut diliyle konuşmak zorunda kalırım” demektedir.

ÜNİVERSİTELİ EŞKIYA KUZA

Bölgenin önde gelen aşiretlerinden Bozon’ların yakışıklı oğlu, Fırat Beyi olarak tanınan Bekir Ağa’yla evlendirilen Peruza için ilk günlerde her şey iyi gider. İki erkek çocuk annesi mutlu bir kadındır. Ancak bir süre sonra üstüne kuma gelmesiyle vaziyet yavaş yavaş kötüleşir. Bekir Ağa, ilk karısını ve çocuklarını ihmal ederken yeni karısı Nazo ve ondan olan çocuklarını el üstünde tutar. Süreç giderek öyle bir hal alır ki Peruza, töreye de aykırı olarak evden ve köyden tamamen uzaklaşır, hatta bir ağa olan kocasına dava açıp hakkını arayan ilk kadın olarak tanınır.

Mal paylaşımı meseleleri nedeniyle büyük oğlu Omar öldürülünce, o sırada İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyan, okulu bitirmesine çok az süre kalmış küçük oğlu Kuza, ağabeyinin intikamını almak, annesine yapılanların hesabını sormak için silah kuşanarak dağa çıkar. Altı kişilik çetesiyle yıllarca astığı astık kestiği kestik bir eşkıya olarak nam salar. En sonunda babası ve üvey kardeşleri dahil, bir iftar sofrasında akıl almaz bir katliam gerçekleştirir.

ÖLÜMÜN EYERSİZ ATI

“Eşkıya Kuza”, adeta soluk soluğa okunan sürükleyici bir roman olmakla birlikte Osman Şahin’in eşkıya romantizmine kapılmaması, kahramanını yüceltme ve efsaneleştirme çabasına girişmemesi dikkat çekicidir.

“Eşkıyalık ölümün eyersiz atına binmekten farksızdı. Eyersiz at binicisini çabuk atar sırtından. Dağa çıkmak, eşkıya olmak, ölümle kumar oynamaktan beterdir. Acıma yoktur. Sıkacağın kurşunlar, ölümü değil, düşmanı büyütür” diyen Şahin, çürümüş feodal kültürün, çöken sosyal yapının sonuçlarına, sosyo-ekonomik gerçeklere odaklanır daha çok.

Kuza’daki değişim, taş yürekli hale gelme ve gaddarlaşma süreci de çok başarılı biçimde yansıtılır. Kuza kendi gerçeğini, “Yol kesen, adam soyan eşkıyalardan değilim ben; öldürmek için sağlam, haklı nedenleri olan bir eşkıyayım. Bugünden sonra pek çok insanın hayatını ben tayin edeceğim, kandan sayfalar yazacağım” diyerek anlatır ama aslında gelmiş geçmiş eşkıyalık örneklerinden tek farkı, sırtını 30 köylük güçlü bir aşirete dayaması, bir de matematik ve fizik bilmesidir.

EŞKIYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ

Örneğin düşman ailenin zavallı çobanlarını bile uzun işkencelerden sonra gözünü kırpmadan öldürür: “Beş çobanın suçları yalnızca Bozon aşiretine ait olmalarıydı. Yaşları yirmi-yirmi beş arasıydı. Görevleri küçücük mezra damında yatıp kalkmak, koyun keçi çobanlığı yapmaktı.”

Köy kahvesinde Kuza hakkında ileri geri laflar eden tıfıl bir oğlan olan Osmancık’ın öldürülme sürecini aktaran sayfalar da okurda ürperti ve tiksinti yaratıcı, eşkıyalık olgusunu lanetleyici niteliktedir. Kuza artık “Eşkıyalık değiştirdi bizi. Katılaştık. Dağa çıktığım ilk günlerde vuracağım adamın ismini ezberler, boyunu posunu düşünür üzülürdüm. Şimdiyse sadece tetiğe çöküyoruz. Duygularımız çürüdü, kurudu gitti” demektedir. Usta yazar Osman Şahin, bir anlamda edebiyatımızın “Son Eşkıya” romanını kaleme almıştır “Eşkıya Kuza”yla.

Beş haftadır bu köşede okuduğunuz “Eşkıya romantizmi” yazıları, 50’ye de 500’e de uzatılabilir rahatlıkla. Öncelikli amacım, özellikle “sol” kültürde çoğu zaman çarpık, yanlış ve yanılgın biçimde hayranlıkla karşılanan eşkıyalık olgusuna dair kimi soru ve ünlem işaretleri koymak, “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” gerçeğinin altını bir kez daha çizmekti.