Esnek insanlar ülkesi

Mesleksiz insan esnek insandır. “Her işi yaparım abi,” diyendir.
Mesleği olmayan insan sorumluluktan kaçandır. Bir yere, bir şeye aidiyet duygusu zayıftır.
Belki de, bizde, “serbest meslek” kavramı bundan türetilmiştir. Yani “hiç/lik”!
Hatırlayın, “serbest meslek” makbuzlarını. Bugün hâlâ sürümdedir bunlar.
Mesleği olmayan kendi olmayandır; hem bugünsüz hem de yarınsızdır. Çünkü dünü de hiç olmamış gibi yaşar.
Mesleksizliği aylaklıkla karıştırmamak gerek. Belki ona “lüzumsuz insan” tanımı daha çok yakışır!
Mesleği olan insanın yaşama illüzyonları vardır. Hayatı şapkadan tavşan çıkarmak gibi görmese de; insanın varolma erdemine inanır. Vicdan ve hakkaniyet duygusu yüksektir. Diğeri acımasız, katıdır. Esneyip durması, bukalemuna yakın olması da bundandır. Bu gün Şu, yarın O’dur. Omurgasız mı demek istiyorum? Evet, öyledir biraz!
Esneklik, bence, özgürlük değil; hiçliğe tutsaklık, kolaycılıktır. Karşıtı “katılık” değildir, bu da biline.
Dil ve düşünce felsefesi gelişemeyen toplumlarda, unutmayalım ki; bir kavram birçok kavrama karşılık/eş olarak düşünülür.
Ah bir bilebilsek; kapının pervazı ile pencerenin pervazının aynı şey olmadığını. Hayat eşiği ile bahçenin eşiğinin de benzer şey olmadığı gibi…
AŞINMA
Değişen söz, değişken duruşlar içindeyiz sürekli. Toplum olarak uyumdan uyumsuzluğa geçmişimizin bir yansıması olarak da alabiliriz bunu. İşte aşınma da buradan başlayıp yayılıyor hayatımıza.
SİZİ ÇAĞIRAN SABAH
Sizi çağıran bir sabah yaratın kendinize. Gözlerinizin mahmurluğunu almış, bulutların rengini dönüştürmüş bir bakış edinin. Yazılmayı bekleyen bir defter, kalemleriniz olsun ak örtülü masanızda. Boccherini’den “Fandango IV” iyi gelecektir gününüze eminim. Ve ardından Saura’nın “Goya” filmini izlemek… Hadi, günü yakalayın öyleyse.
GÜNE SIĞMAYAN GECE
Sizi sabaha eriştirdiğinde ne düşünürsünüz? Yedi gece yedi gündüz uykusuz uçan beyaz taçlı serçenin kuş ömrünü düşünmeden edemezsiniz. Uyanışın dili de Chopin’de sanki! Bir de Şevki Bey’in şu hüseyni şarkısı:
“Hicran oku sinem deler, olmaktadır halim beter…”
'ŞİDDETİN YÜZYILI'
Hannah Arendt, 20. yüzyılı böyle tanımlıyordu. Devrimler sökün edince, savaşlar çatışmalar ve şiddet kaçınılmazdı. Ama teknolojinin yüzyılı kurulmaya başlayınca, iş değişti; küresel kapitalizm var olanla yetinmeyip yeni bir düzen kurmak için “süper güç” algısını yaydı. Böylece egemen olanın silahı ise şiddetin her alanda kapısını çaldı.
Bugün ülkemizde yaşadığımız gerçek bu.
İngiliz oyun yazarı Edward Bond’un şu sözleri hepimize bir çağrı olmalı:
“Şiddet hakkında yazmamak bugün ahlaksızlıktır.”