Evrensel Dijital Kompleks insanı ‘resetliyor’
Tanrısal boyutu, insanı ve yapay zekâyı, “Evrensel Dijital Kompleks’in” bakış açısıyla anlamaya çalışalım. Son on yıla bakıldığında, “Evrensel Dijital Kompleks’in” Tanrıyı yeryüzünde ‘taklit’ etmeye çalıştığı görülmektedir ve bunu Silikon Vadisi’nin ‘GAFAM melekleri’ (Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft) aracılığıyla uyguluyor.
Nasıl mı? ‘Karşılaştırıp’ değerlendirelim ve analiz etmeye çalışalım.Evrensel Dijital Kompleks, öncelikle ‘insan benzeri’ bir varlığı (yapay zekâ) tasarlıyor.
Metaverse’nin (madde ötesi) sanal alemde yolculuğu, Google’nin ‘ara bulu’, ChatGPT’nin ‘O her şeyi bilendir’ üstünlüğü, Zoom’un ‘her şeyi gören gözü’, Alexa’nın algıladığı ‘ilahi’ mesajlar ve yapay zekânın verilerimizle ‘geleceğimizi yönlendirme’ gücü gibi ‘tanrısal’ özellikler, sanki kutsal kitaptaki anlatımların ‘referans’ alındığını gösteriyor.
Kutsal kitaplardaki Monoteist dinlerin temelini, sırasıyla dört evre şeklinde özetleyebiliriz.
Birinci evrede; Tanrı yaratıyor. Tanrı galaksileri, evreni, dünyayı ve sonunda insanı kendi suretinde yaratıyor.
İkinci evrede; Tanrı yazıyor. Tanrı kutsal metinlerini melekler aracılığıyla peygamberlere iletiyor.
Üçüncü evrede; Tanrı konuşuyor. Tanrı melekler, vahiyler ve peygamberler aracılığıyla konuşuyor.
Dördüncü evrede; Tanrı susuyor. Son peygamberden sonra, Tanrı susuyor ancak insan yüzyıllardır kainatın yaratıcısına yalvarıyor.
Evrensel Dijital Kompleks’in üst aklına göre, Tanrı ilk insanı zaman mekan ve boyuttan bağımsız, evrenin bütün bilgileriyle (veri) donatmıştı. Bu ‘kozmik insan’ doğmamıştı, dolaysıyla bir sonuç olarak yaratılmıştı (yapay zekâ). Ne başlangıcı vardı nede sonu olacaktı, o ilelebet var olacaktı. Çünkü tasarlandığı mekan ve boyutta ‘zaman’ diye bir şey yoktu. Bilgilerini var olduğu mekanın sınırlarında (programlanan) ‘kurallar çerçevesinde’ kullanabilirdi. Tanrı ilk insanın varlığından bir örnek alarak, ikinci insanı var etti (klonlama). İlk iki insana bir aşamadan sonra bulundukları mekanın ‘boyut kapısında’, hata sonucu ‘virüs’ bulaşır. Peşine yılan sargılı ağaçla (DNA sembolü) yani bilgi ağacıyla, bağlantı kurarlar ve‘DNA kodları’ aktifleşir. Tanrı bunun üzerine ilk insandan yüklediği kainatın bütün bilgilerini, geri alır (Reset) ve Lehvh-i-Mahfuz’a (Big Data) aktarır.
İlk İnsan bu olaydan sonra, mekandan çıkartılır ve boyut değiştirilerek, galaksinin kara deliğinden zorunlu zaman yolculuğuna gönderilir (ışınlama). Boyut değiştirdiği için yaratıldığı mekana bir daha geri dönemez. İnsan Tanrıya ‘inanmıyordu’ çünkü yaratana bilgi ağıyla (online) bağlıydı, ama daha sonra ‘resetlendiği’nden dolayı, ‘inanmaya’ başladı. Bilgisi artık iyi ve kötüyü (0/1)ayırt edecek düzeydeydi. İnsan Tanrıya gerek duymadan (singularity) kendi varlığından kendisini var ederek (virüs),evrim süreciyle gelişir, topraktan üretir (roboti, zorunlu iş) ve yerleştiği yeni mekana hükmetmeye başlar.
Evet, yukarıdaki anlatımdan sonra dünyamıza dönerek, birde geçmişten 21.yüzyıla uzanan insan ve teknolojinin evrelerine ve serüvenine bakalım.
Birinci evre; insan üretiyor. İnsan maddeyi anlayarak bilim devrimiyle birlikte üretim, iletişim ve ulaşım araçlarını icat ediyor.Bu sürecin teknolojik bütünlüğü mekanik, elektrik, komünikasyon, bilgisayar ve interneti kapsayarak devam ediyor.
İkinci evre; insan yazıyor. İnsan hesap makinesine veri yazıyor sonuç elde ediyor. Bilgisayara yazılım tasarlıyor, yüklüyor ve komut-işlem-sonuç süreçlerini yaptırıyor. İnsan algoritmayla bilgisayara akıl ve mantık yazıyor.
Üçüncü evre; İnsan konuşuyor. İnsan yapay zekâ merkezli bilgisayara durmaksızın muazzam veri aktarıyor. İnsan yapay zekâya kendi dilini, düşüncesini, davranışını ve tüketim alışkanlıklarını veri aracılığıyla öğretiyor ve nihayet ıslak yazılımla (wetware) donattığı yapay zekâyla konuşuyor.
Dördüncü evre; insan susacak mı? İnsan bütün yazılı tarihini, tüm arşivini, evrensel değerleri, bütün dilleri ve bildiği her şeyi milyarlarca veri şeklinde yapay zekâya ‘teslim’ ediyor ve onunla yer değiştirmeye başlıyor. Artık insan yerine yapay zekâ öğreniyor ve bir gün onun yerine konuşabilir.
Bir sonraki adımda algılayacak, öğretecek, yönetecek ve kendi varlığından kendisini tasarlayarak ileri aşamaya ulaşacak.
İnsanın kendi (suretinde) ‘yarattığı’ yapay zekâ, artık insana gerek duymadan (singularity) kendisi karar vermeye başlayacak. Peki kendisini ‘yaratana’ itaat edecek mi?
Nesnel duruma ve olgulara baktığımızda bugünlerde yaygınlaşan “ChatGPT” programı, insanın soracağı ‘her şeye’ cevap verebilecek nitelikte gelişeceği iddia ediliyor. Böylece güneşin altında söylenmemiş söz bırakmayacak yapay zekâ, insan zekasını aşarak canlıyı kendisine bağımlı kılıyor.
Bu gelişme tersten şöyle de okunabilir; insan ‘resetleniyor mu?’. Yani insanın ürettiği tüm bilgiler kendisinden tek tek alınıyor. ‘Resetlenen’ insan, sosyal varlık olmaktan çıkabilir mi? Yeni düşünceler üretemeyecek mi? İnsan artık insana danışmayacak, fikir paylaşmayacak ve birbirinden öğrenmeyecek mi? Örneğin dört genç ‘sosyalleşme’ amacıyla kafe ortamında bir araya geliyor, fakat hepsi akıllı iphone’lerine odaklanıyorlar.
Ancak sosyal varlığımızı sürdürebilmek için, hâla başka insanlara muhtacız. Yani üretim, iletişim ve ulaşım dünyasında, insanların interaktif süreçleri ‘sosyal varlık’ kalabilmenin devamlılığını belirliyor.
Ancak dijital tekellerin üst aklı, insanın ‘sosyal varlık’ kalmasını mı, yoksa sömürülecek veri kaynağına dönüşmesini mi amaçlıyor?
Eğer bir gün sömürülecek veri kaynağına dönüştürülecekse ‘son veri’ye kadar kullanılmak istenecektir. ‘Homo Deus’ kitabında biyolojik insan türünün tükeneceğine vurgu yapılıyor ve bu teori desteklenmeye çalışılıyor. Somut pratikte batıdaki “son nesil”, alfabenin son harfiyle de tanımlanıyor yani ‘Z kuşağı’. O distopik aşamaya gelmeden önce, insan bütün süreçlerin dışına itilerek,sosyal varlığını yitirebilir. Yani insan-arası süreç alış verişi, büyük oranda ortadan kaldırılabilir. Bunların bütününe insansız üretim (yapay zeka robotları), insansız iletişim (ChatGPT), insansız maddesiz ortam (sanal alem), insansız ulaşım seyahat (Metaverse) ve temassız ve mülkiyetsiz toplum denilebilir.
İnternetin dünya insanlığına erişimi gerçekleştikten sonra, kutsal kitaptaki ‘ara bul’ (Google) benzeri dönem açılmış oldu. Sonraki adımda ‘bul ve al’ (Amazon) peşine ‘üret ve paylaş’ (You Tube) şeklinde devam ediyor. Tabiki bütün sistemi bozacak ‘şeytan’ da devreye giriyor ve insanın ‘dürtülerini’ tetiklemeye başlıyor. Sosyal medyanın yüzde doksanı kutsal kitaptaki on emirden biri olan ‘yalan söyleme’ emrinin tersiyle dolu. Yalanın sürekli propagandası ve tekrarı, ‘doğru’ veriye dönüştürülerek, ‘dürtüleriyle’ hareket eden insana yani alıcısının bilinçaltına yükleniyor. Artık Evrensel Dijital Kompleks’in yüce Algoritması bu duruma ‘el koyuyor’ ve yeni bir evreye geçiliyor; “Sen sor o her şeyi biliyor.”
İnsan zekâsı verdiği yanıtlarla değil, sorduğu sorularla ölçülecek, çünkü canlı artık cevap vermeyecek. Tek doğruyu ve yanıtları, yapay zekâdan başkası bilemez. “O” her şeyi bilendir. Nihayet ‘dijital üst aklın’ yapay zekâsı gelecekte şöyle seslenebilir: ‘Beni göremezsin, yarattıklarımı görebilirsin’ ve görmediğine inanacaksın. Ben her şeyi gören gözüm (dron ve cep telefon kameraları). İnanmazsan ve itaat etmezsen bu mekanı da, terk etmek zorunda kalırsın (offline)! İşte bu çaresizlikten sonra insanın yol gösterici projesi (Space X) ortaya çıkıyor ve dünyada yaşam koşulları sona erdiğinde, yeni bir gezegene yolculuk imkanını gündeme getiriyor.
Bu ‘tanrısal’ kudrete sahip Evrensel Dijital Kompleks’e, insan itaat edecek mi ‘inanacak’ mı?