Ey Kadın! ‘Bu Kızgınlıkla Titremezsen Bir Daha Hiç Titremezsin!’

8 Mart yaklaşıyor. Başlayacaklar şimdi “İlk kadın şair, ilk kadın pilot, ilk kadın avukat…” demeye. Başa “kadın” sıfatını kondurduğunuzda “o işi yapmaya gücü yeten varlık” anlamıyla dilde ayrıştırmaya başlamış oluyorsunuz zaten. Hızlı mı giriş yaptım? Hayır! Aksine biz kadınlar, erkekler pinpon topu gibi bizi oradan oraya atarken fazlasıyla ağır hareket ediyoruz! Salâh Birsel, İstanbul-Paris kitabında "Ey kadın, yeniden ayağa kalk ve titre. Bu kızgınlıkla titremezsen bir daha hiç titremezsin!” der.

Bu huysuzluğumun sebebi bildiğiniz gibi eril devlet ile himayesindeki aile, hukuk, sağlık, eğitim, bilim gibi daha birçok alanda hemcinslerimin her türlü yöntemle hâlâ ezilip sömürülmesi. Her alanda ilerleme bir bayrak yarışıdır, taş üstüne taş koymaktır.

Kadın hakları için mücadele etmiş kadınları hatırlatmak, bundan sonra atılacak adımlarda diğer kadınlara güç verir. Bu gücü tazelemek de bir kadın olarak boynumun borcudur. Kadın haklarının başlangıcı denince hepimizin aklına "cumhuriyet" gelir. Cumhuriyet rejimine geçildikten sonra medeni kanun ile kadınlar için seçme seçilme hakkı gibi reformlar yapılmıştır ancak bu topraklarda kadının hak mücadelesi bu dönemde başlamamıştır.

OSMANLI’NIN CEVVAL BÜYÜKANNELERİ...

Cumhuriyet yönetiminde yapılan reformların gerisinde, Osmanlı kadınlarının 19. yüzyılda hız kazanan inatçı mücadelelerinin izleri vardır. Tanzimat’la başlayan, 1908'de II. Meşrutiyet’le tabana yayılmaya çalışan, eylemci bir kadın hareketi görülür. O güne kadar yalnızca eş, anne, ev kadını olarak değerlendirilen Osmanlı kadınları; içinde bulundukları durumu sorgulayarak toplumsal yaşamda yer almak istediler, bunu aşmak için de çareler aramaya başladılar. Türk kadını mahrem alandan kamusal alana çıkmaya çalışıyordu.

Batılı kız kardeşleriyle etkileşim içinde olan Osmanlı büyükannelerimiz, dönemin aydın-bürokrat kesiminin iyi eğitim görmüş kızları ya da eşleriydi. Halide Edip, Fatma Aliye ile kardeşi Emine Semiye, Fatma Fahrünnisa, Belkıs Şevket, Gülistan İsmet, Nuriye Ulviye, Nesibe, Zeynep, Arife Hanımlar… Osmanlı'da ilk kadın hareketini başlatanlardır.

OSMANLI’DA FEMİNİST KADIN HAREKETİ

Kendilerini “feminist” olarak tanımlayan bu kadınlar, örgütlendiler. İlk kadın dergisi Terakki-i Muhedderat’ı 1869’da çıkarmaya başladılar. Bir yıl sonra kadınlar için ilk öğretmen okulu açıldı. O dönemde 40’a yakın kadın dergisi ile gazete etrafında toplanan kadın yazarlar, etnik ya da dini özelliklerine bakılmaksızın haklarını sistematik bir eylem planıyla (eğitim, çalışma hayatı, aile hayatının düzenlenmesi) savundular. Bugün “kadın dergisi” denince akla boyalı basın dergileri geliyor. İçerikleri sağlam olanların sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez.

28 Mayıs 1913'te ise kadınların eğitim ile çalışma olanaklarını iyileştirmek için 'Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'ni, yani Osmanlı Kadın Hakları Savunma Derneği’ni kurdular. Sayıları 30’u bulan, meslek edindirme misyonları da olan bu derneklerle dergiler birleşti; “Beyaz Konferanslar”la Dünya’nın ilk kadın örgütü Bacıyan-ı Rum teşkilatının sosyo-kültürel mirasını belleklerde canlandırdılar. Anadolulu Çatalhöyük Kibele’sinin genini taşıdıklarının farkına vardılar. Peçe kullanımına karşı çıkarken hem kendilerini hem de erkeklerini özenle eğitmeye başladılar.

İLKLER BAŞLIYOR!

1913’te Belkıs Şevket ilk uçak kullanma eylemini gerçekleştirdi. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi’nin kapıları kadınlara açıldı. 1919’da mitinglerde savaşları protesto ediyorlar, halkı birlik olmaya çağırıyorlardı. Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaşı’nın ardından erkekler savaşta olduğu ya da öldüğü için devlet dairelerinde, fabrikalarda mecburen boşalan yerleri doldurdular. Böylece çalışma hayatına girmiş oldular. 50 grevin 9’unu kadınlar yaptı. 1917’de dört eşliliği kısıtlayan, kadınlara da boşanma hakkı tanıyan Aile Kararnamesi’nden yararlandılar. Bu, İslam dünyasında bir ilkti. Ardından 25 kadın derneğinden 16’sı Millî Mücadele’ye katıldı. Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti’nde 1868’den beri zaten çalışıyorlardı.

1923’TE YENİ BİR TÜRKİYE VARDI ANCAK…

Kadınların işi hiç de kolay değildi. Nezihe Muhiddin ile arkadaşlarının “Kadınlar Halk Fırkası” kurma girişimleri “Kadınların yurttaşlık hakkı yok!” gerekçesiyle reddedildi. Onlar da bu girişimi “Türk Kadınlar Birliği” adı altında dernekleştirdiler. 1925 seçimlerinden 1934 yılında seçme, seçilme hakkına kavuşana kadar yine baskı altında oldular. 1935’te Türk Kadınlar Birliği; oy hakkının kazanılması ile kendini feshetmek zorunda kaldı. İşlevini tamamladığı düşünüldü. Bundan sonra kadınlar, önce çocuk yetiştirecek sonra yurttaş olma görevlerini yerine getireceklerdi. 1935’ten 1970’li yıllara kadar bir kadın hareketinin varlığından söz edilemez.

Bugün özgürce yazabiliyorsam adlarının başına “şair” sıfatını ekleyen Nigâr ile Leyla Hanımların varlığındandır ya da romanlarında adını gizlemekten vazgeçen Fatma Aliye Hanım’ın 50 liranın arkasındaki güzel yüzü hürmetinedir. Kendilerine ait odalar yaratan bu özel kadınlar, günümüz Türk kadınlarına yol gösterdiler.

Sahip olduğumuz haklar, bize Salâh Birsel’in Türk Amazonlar dediği Osmanlı büyükannelerimizin gayretleriyle gerçekleşmiştir. Bir armağan değildir! Onlar, haklarını talep de ettiler, cefasını da çektiler.