Ezmeden yönetmek sömürmeden üretmek
Savaşlar, devrimler, ekonomik buhranlar ve salgınlar değiştirir dünyayı. Öyle de oldu.
Nicedir, bölgesel savaşlar, kapitalizmin buhranları ve son salgın, “devrimi” hazırladı:
Atlantik sistemi çöküyor, Asya’dan insanlığın güneşi yükseliyor: Yaşasın yeni çağ!
İnsancıl sosyal bir dünya, eşitlik, dayanışma, hakkaniyet sütunları üzerinde yükselecek.
Borçlandırıp bölmeye, sömürüp kolonileştirmeye teşne yeni liberalizm büyük yıkımdır.
Ne ki kendisi de yıkılmıştır. Ulus devlet şemsiyesinin altında toplanan emek ve üretim güçleri, faşist ve gerici yapıları püskürtmektedir. Her türlü zorluğuna, dev gibi borçlarına, dünya kadar derdine karşılık, Türkiye de bu savaşta, mazlumlarla birlikte, insanlık cephesindedir. Türkiye bu gücünü, kurtuluş ve kuruluş ilkeleriyle, köklü uygarlığından almaktadır.
Uzun yıllardır Atlantik’e demirleyen, NATO’ya park eden, AB kapısına bağlanan Türkiye, bölge merkezli ‘devlet’ dış politikasıyla, içeride, bölücü ve gerici terör örgütlerini ezerek ve üretim ekonomisinin önemini giderek kavrayarak; özellikle 15 Temmuz’dan bu yana “vuruşa vuruşa” bağımsızlık ve özgürlük yolunda adımlar atmaya başlamıştır. Bu kıvama gelişte, dünya dinamikleri kadar Ermeni soykırımı yalanının Avrupa minderlerinde tuş edilmesi ve Mavi Vatan kavramının içeriğinin Akdeniz’de doldurulmasına yönelik çabalar da etkili olmuştur.
Savaşı kazanmak için devrime yatırım yapmalıyız! Salgını da aşmanın, buhrandan da korunmanın, her türlü kuşatmayı yarıp, ambargoyu kırmanın yolu budur; devrimcileşmeliyiz.
Önümüzde milli direnme ekonomisini, üretim ekonomisini temellendirecek milli hükümet süreci beliriyor. Halkımız bu anlayışta birleşiyor. Bu gerçeği gün yitirmeden okumalı ve gereğini yapmalıyız. Siyasette “Milli Direnme Bilinci” ve ekonomide “Milli Dayanışma” gerekiyor; toplumsal barış içinde emeğe, tarıma, enerjiye, milli sanayiye sahip çıkmalıyız!
Unutmayalım ki; savaşan ordu, yaşayan Cumhuriyet, yaşatan ekonomi birbirini tamamlar. Bu değerler, bu manzume ayrılmaz bir bütündür; Ulusun ve halkın esenliğinin dayanağıdır.
Tasarrufa, yatırıma, istihdama, üretime odaklanmalıyız. Aile kavramına değer vermeliyiz.
Üreteni yüreklendirmeli, üretileni hakça bölüşmeli, ücretlerde hakkaniyeti, vergide adaleti sağlamalıyız.
O arada kıdem tazminatı gibi kazanılmış hakları gözümüz gibi esirgeyerek, işsizlik fonu gibi sandıkları amacına uygun kullanarak, küçük ve orta ölçekli endüstri bölgelerini destekleyerek, banka ve finans sistemini yatırımcıdan yana harekete geçirerek, büyümede istikrarı sağlamalı, eğitim ve sağlık hizmetlerini ilke olarak parasız sunmalıyız.
Yeni bir çağın arifesindeyiz. Bitmeyen savaşın içindeyiz. Bu savaşı iktisadi ve siyasi zaferlerle taçlandıracağız. Ekonomide gelişme, demokraside iyileşme, toplumsal yaşamda yenileşme arayışları sürüp gidecektir. Ulusun tüm imkanlarını, halkın tümü için seferber etmek; planlı, kamucu bir iktisadi işleyişe erişmek zorundayız. Öte yandan, söz söyleme ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri aşmak durumundayız. Kalkınmanın kültürel boyutuna da ayrı bir önem vermek ödevimiz vardır; bu da yaşamsaldır.
Unutmayalım: Herhangi bir seçimi kazanmaktan daha önemli olan, Milletimizin güzel geleceğini kazanmasıdır… Bu bilinçle, ezmeden yöneten, sömürmeden üreten bir düzeni kurmak için var gücümüzle, inançla ve imanla çalışmalıyız…
Türkiye’de halkın, dünyada Türkiye’nin yükselişi de işte bu bilincin örülmesine ve bu emeğin örgütlenmesine bağlıdır.