Feminist geceler ve kestim kara saçlarımı
Susma haykır, kadınlar vardır! Herhalde var, aksi mümkün mü? Hatta en çok kadınlar var. Dünya kadınla döner. Mesela Athena, misal Hepatia. Hıristiyan Meryem, Müslüman Amine ana der. Marie Curie adanmışlıksa; can yakmıştır Emma Bovary ile Anna Karenina. Nasıl eşit olur erkek, isterse ondan bir tane daha doğurabilecek olanla! Virgina Woolf ile Edith Piaf, Leman Sam ile Sevim Burak. Az şey mi: Direnişte Jeanne d’arc, bilimde İlmiye Çığ. Teresa da var, Katerina da. Zübeyde Hanım ki kalpte. Şifa dağıtmış Nightingale. Ateş yakmış Luxemburg. Bir Türkan Saylan, Beauvoir bir de!
Kadınlar Günü evet. Emekçi demek şart mı? Lenin, Uluslararası Kadınlar Günü diyor; öncesinde Clara Zetkin’den geliyor emekçi vurgusu. Bizde kimisi ütü almak için kutlasa da dert değil. Kadınlar, var! Bu varlığın mücadelesi de bir güne sığmaz öyle. Hem bu var oluşa, polis müdahale etti bu yıl. Tahammülsüzlük ortada. Öyle olmasa, 8 Mart 2019’da, ezanı protesto ettiler iftirası atılmazdı. Türkiye’de kim ezanı, çanı protesto etme gereği duyar! Nasıl ki Taksim’in ortasına cami dikmek, ateizmle savaş değilse; yeni camiden ezan okunurken eylem yapmak da ezana itiraz değil. Böyle işler yüzünden, insan yakıldı bu ülkede.
Fakat enternasyonal neşeyle süsleyip komikçi pankartlarla yürüyerek Beyoğlu’na dağılmak kadın varlığının haklılığını ne kadar ispatlar, fazladan kimi kazanır? Sorular var. Anlamak pahasına inanmayı yitirebilirim. Sen ne karışıyorsun; kadınları kadınlar eleştirir denecek; sevilen bir argüman bu. Sebep? Anladığım özgürlükte, Marx’ın 1843’te Arnold Ruge’a yazdığı mektuptan bir cümle var: “Var olan her şeyin gözü kara eleştirisi.”
Bu yürüyüş yıllardır yapılıyor. Bir bildirisini buldum: “Biz feminist kadınlar patriyarkaya, cinsiyetçi, homofobik, militarist politikalara örgütlü feminist mücadelemizle isyan ediyoruz” deniyor. Cümle bozuk ya, geçtik! Ama “biz” kim? Militarist politikalara karşı olan bu biz, kuvvacı kadın Kara Fatma’ya; Sultanahmet meydanında emperyalizme direnen Halide Edip’e; ilk kadın pilot Sabiha Gökçen’e nasıl bakar! Sadece sorular. Mesela The Guardian’ın arada yayınladığı “YPG’nin kadın savaşçıları” da militarist politika mıdır, ne düşünür “biz feminist kadınlar!”
Yürüyüşte, yakıcı sorunları dile getiren yanında, kadını boğan toplumsal baskıya (oturma, gülme, bakma) karşı pankartlar da var. Aşırı ahlakçılık, mutsuz insanların işi; ahlak, kişinin, yaptığının sorumluluğunu üstlenmesi, açık. Ama şu slogana gel: “Topla saçlarını Rapunzel, deyyus merdivenleri kullansın!” Rapunzel’e tecavüz etmiyor o “deyyus”. Kızı hapsedildiği kuleden kurtaracak. Kulede merdiven yok; olsa, kız da salak değil, kendisi inecek! Peki deyyus nedir: Karısını, anasını satan. İlginçtir seni kurtarmaya gelene pezevenk demek.
Bir dil aranacaksa, dağlar gibi Gülten Akın’ın Kestim Kara Saçlarımı var, niye “kadın bireyler” 8 Mart’ta Beyoğlu’nda anmaz? Baskıyı hangi şakacılık bunca anlatır: “Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön / Yasaktı yasaydı töreydi dön / İçinde dışında yanında değilim / İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi.”
Kızlarına olgunlaşma enstitüsü kurmuş cumhuriyetten, gelinen yer: Yürüyüşün afişlerindeki çoklu dil hastalığı. Bu yıl ilk sıra Arapçaya, sonra Ermenice ve Fransızcaya, tabii Kürtçeye ve Yunancaya verilmiş; en sonda her işin başına kadını koymuş zavallı Türkçe (ana’dil, ana’vatan, ana’cadde, ana’fikir, Ana’dolu). Herkes kucaklanıyor herhalde. Yoksa sadece bu dilleri konuşanlar mı katıldı yürüyüşe? Neden bunlar özellikle? Üçüncü dalga feminizm, bizim Arnavutçayı dilden saymıyor mu?
Başka bir pankart: “Haftada üç orgazm” Oh, ne güzel! Hayırlısı! Fakat bu pankartın sesi Beyoğlu’ndan nereye dek ulaşır? Hem üç orgazm isteyenin sokakta işi ne; sokakta, hak aranır. Beyoğlu’nun her yıl bir gece “kadınlar” için bu şekilde şenlenmesiyle, oraya katılamayan kadınlar ele geçirilir mi? Temizliğe giden, gencecik yaşında yaşlı çökmüşlere ne anlatır üç orgazm? Ki ayakkabıları hep erkek ayakkabısıdır, yırtık külotlu çoraplarını etekleriyle gizlerler, soğukta yıkarlar saçlarını, küvet görmemişler; bir kere olsun şarap içmemişler, günah dedikleri baş dönmesini bilmezler, yürüyen merdivenlerden korkarlar, temizledikleri kedi kokulu evlere melek girmez onlara göre, camide duymuşlar. Koca dayağından morarmış kolları. “Hanımlarının” öğleyin, ofisten telefonla eve yolladığı pilav üstü dönerin pilavını yedikten sonra etini usulca sarıp evde çocuklara götürürler. Akşama ısıtacaklar. Üç orgazm mı? O gece sabaha dek hırsızlık mı yaptım acaba diye uykusuz gözler, Beyoğlu’ndaki pankartlarda, şakacıktan kendini yılın sürtüğü ilan edenleri, asla bilmeyecekler.
Ege’nin bir köyünde, ailesi incinmesin diye artık türban takmayacağını söyleyemeyen, sular idaresinde görevli, hayata sabırsız kızların (kadın mı demeliydik pardon) umurunda değil Beyoğlu. Durmadan okuyorlar, baba emekli; kota var, tütün ekilemiyor; analarıyla zeytine... Yazın pansiyonda aşçıdır, turistlere... Otelcilik terk... Mahallede arkasından kıçına bakanlar, gözüyle sevişenler umurunda değil. Ekmeğinin peşinde. Zeytinyağlılar, otlar pişiriyor. Beyoğlu, “ev işi politik” diyormuş; insanın, yaşadığı yeri ortaklaşa temizlemesini ne bilirler. Tüten ocak, Hestia’dan beri kutsal. Derken dünyanın hayhuyu. Bayan da dense olur, kadın da; insan olacaklar. Bayanın zengin anlamına gelen eski Türkçe bay’dan (bayındırlık gibi) geldiğini bilmeseler de sorun etmiyorlar.
Önce ekmek asıl olan. Hatırla Beyoğlu: Flormar’daki işçi kadınlar, ürettikleri rujları, kullanamıyorlar!