Fenerbahçe-Galatasaray dost olamazzzz

Olamazlar. Çünkü atı alan Üsküdar’ı geçti. Düşmanlık kronikleşti. Eski hekimlerin söylediği gibi artık ‘gayrı kabili bir tedavi’ durumuna girdi. Neredeyse yeni doğan çocuklar bile bu düşmanlığa şartlandırılıyor. Zaman zaman bu dostluktan bahseden yöneticilere pek inanmayın. Konuşmaları bir fanteziden öteye gitmiyor. Yalnız Fenerbahçe-Galatasaray mı birbirine düşman? Aslında düşmanlık, toplumunun her kesiminde mevcut. Kim birbiri ile dost? Düşmanlıkların oluşmasına sebep yöneticilerdir. ‘Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider’ sözü ne kadar doğru. 

Oysa bu iki spor kulübü, ezeli rakip olduğu kadar iki ezeli dosttu. Taraftarlar da öyle. Galatasaray’ın eski başkanlarından Selahattin Beyazıt’ı herkes tanır. Varsıl bir insandır. Bir süre İngiltere’de yaşamış ve öğrenim görmüştü. Galatasaraylı olan Beyazıt İngiltere’de olduğu dönemde, Fenerbahçe’de sakatlanan futbolcuları Londra’ya gönderip, onun himayesine bırakmıştık. Onların tedavileri süresince Beyazıt yardımlarını esirgemiyordu. İki kulübün dostluğuna güzel bir örnektir. Fenerbahçe sakatlanan oyuncularını, kendi futbolcularını Dr. Reşat Dermanver’e bila ücret tedavi ettiriyordu. 

Sonraları dostluk bozuldu, düşmanlık geldi. Eski yıllarda ekilen tohumlar şimdi hepsi baş verdi. Para babaları istedikleri noktalara gidebilmek için her türlü yola başvurdular. Onlar, kulüplerinin kazancından öte kendi kazanacaklarını düşünüyorlardı. Nasıl olursa olsun kazanmayı istiyorlardı. Bu ana fikir, taraftarlar arasında düşmanlık tohumlarının ekilmesine neden oldu. Öyle ki maçlardan önce gösteri yapmaları için taraftarlara sandık sandık patlayıcı verenler, içeride ve deplasman maçlarında bellerinde kesici aletler koyan birtakım yardımcı kuvvetleri oluşturdular. Stat anarşistlerini karakollardan gidip aldılar, onları seyahatlerde yedirip içirdiler, altlarına son model araba verdiler. Her zaman yakındığımız, vurucu, kırıcı frankeştaynları onlar yarattılar. Aslında ülkesinde genel ahlak bozulmuş. Bundan kulüplerimizi ve diğer müesseseleri soyutlayabilir miyiz? Bir ülke kolay kolay bu duruma gelemez. Gelirse de kolay kolay kurtulamaz. Karamsar mıyım? Hayır ama geçekleri göremeyecek kadar da gözlerim kapalı değil. 

Sanıyorum 1980’den sonra biz, başta Cihat Arman olmak üzere 1948 yılı şahane takımının futbolcuları bir “Futbolcular derneği” kurduk ve Cihat ile birlikte yönetimini üstlendik, Amaç, düşkün Fenerbahçelilere yardım etmekti. Bizim bu davranışımıza paralel olarak GS ve BJK de kurdu. Aynı kuşağın insanları ve arkadaştık. Her ay yemek ziyafeti düzenlemeye karar verdik. Toplantılar yaptık. Hoşça vakit geçirdik. Zamanla yenilik istedik. Bu üç takım arasındaki dostluğu pekiştirip, yaymak istedik. Üç kulüp toplanıp bir yönetim kurulu yaptık. Beyoğlunda bir bina kiralandı. Orası derneğin merkezi idi. O zaman Galatasaray başkanı Dr. Ali Tanrıyar idi. Özal’ın yakını idi. Turgut Özal ile çok iyi görüşürdü. Ali Tanrıyar’a, Özal’dan dernek için bir mekan talebimiz olacağını ve bu konuda aracılık yapmasını istedik. Bu amaçla Özal bir toplantımıza katıldı. Bedrettin Dalan da vardı. Amacımızı anlattıktan sonra Özal’dan dernek faaliyetini daha rahat yürütmek için mekan istedik. Dalan’a emir verdi. Dalan daha da büyük imkan sağlayacağını vaat etti. Haliçten yer verecekti de spor kompleksi olacaktı. Ama ne yazık ki bir türlü Dalan’ın bize vaat ettiği spor kompleksini alamadığımız gibi göremedik bile. 

Özetle bu dostluğun yeniden kurulabilmesi çok zor. 

RENKLİ GÖZLÜKLERİMİZİ ÇIKARALIM 

Galatasaray-Başakşehir maçını izledim. Galatasaray bu maçta yenilmekten kıl payı kurtuldu. Bunda kaleci Muslera’nın katkısı büyüktü. Evrensel bir kaleci olduğunu son dakikada kurtardığı frikikle de ispatladı. Benim için hiç de sürpriz olmadı. Küçük sermayeli ya da Anadolu kulüplerinin geleceğinin parlak olduğunu, lig yarışında onların da yeri olduğunu ve onların artarak giden gelişmesini, büyük takımların düzeyine geldiklerini, başarı oranlarının da büyük kulüplerle yarı yarıya olduğunu temcit pilavı gibi yazdım durdum. Bunlar benim kişisel görüşüm ve değer yargımdı. Ama artık, hepimizin inanması lazım. İstanbul dukalığının futbol temelleri sarsılmaya başladı. Renkli gözlüklerimizi çıkaralım artık. 

Aslında büyük kulüplerle küçükler arasında oynadıkları futbol açısından pek fark yok. Fark kişilik farkıdır ve bizim değer yargılarımızın yanılmasıdır. Maç sonrası bazı eleştirmenler bu takımların başarılarını bir sürpriz olarak kabul edip, sonuçlar hakkında fetva veriyorlar. Sonuçların değerlendirmesinin yapılması doğal da keşke maç öncesi de kulüplerin durumlarını bir bir inceleyip teknik ve taktikler hakkında da değerlendirmeler yapılabilse. Güzel fikirler, maçlardan önce açıklansa daha iyi olmaz mı? 

Ben, küçük takımların bu duruma gelmesinden umutlanıyor ve seviniyorum. Türkiye gibi fanatik bir ülkede, bundan 15-20 yıl önce her açıdan gelişmemiş olan bölgelerin takımları şimdi bizim büyük takımlarımız karşısında başarılı oluyor ve o futbolcular bizim milyon avrolar verdiğimiz futbol kardinallerinden de daha güzel oynuyorlar. Bu küçük takımlar, büyük takımların KDV’si kadar para harcamadılar. İleride bu takımların İngiltere’de de olduğu gibi lig veya kupa şampiyonu olacağına inanmalıyız artık. 

ÜLKEMİZDE KAHRAMAN ENFLASYONU VAR 

Ne kadar da değişik yapıda insanlarız. Söylenen bir cümle veya yapılan sıradan bir iş için birilerini kahraman yapabiliyoruz. Sanıyorum dünyada kahramanı bu kadar çok bizden başka ülke yok. Etrafınıza bakın kahramanlarla dolu. Tarihte özellikle sporda İspanya, Almanya, Macaristan’da kahraman sıfatını taşıyan futbolcularımızın şimdi nicedir halleri bilmiyorum.  

Örneğin Galatasaray Teknik Direktörü Hamza Hamzaoğlu’nun son durumu. Başakspor maçında takımı Galatasaray’ın 2-0 önde iken bu skoru koruyamayıp 2-2 olması, son anda da Muslera’nın sayesinde mağlubiyetten kurtulması, futbolseverler için enteresan bir durumdu. Maç sonunda Hamza Hamzaoğlu’nun maçla ilgili yorumu daha da enteresan geldi. Hamzaoğlu, yaptığı Yasin-Dzemaili değişikliğinin yanlış olduğunu ifade ediyor ve sorumluluğu üstlenerek kendini günah keçisi olarak ilan ediyor. Bence bunu söylemekle başka bir hata yapıyor. Hepimizin bildiği gibi futbol kolektif bir oyundur. Bir oyuncunun çıkması ile takım nasıl perişan olur? Bence Hamzaoğlu’nun gönlü rahat olsun. 

Aslında normalde herkesin yapması gereken de Hamza Hamzaoğlu’nun yaptığı değerlendirme idi. Ne günlere kaldık ki, böyle erdemli davranışlarla karşılaştığımız zaman şaşkınlık geçiriyoruz! Herhalde böyle güzel davranışlara hasret kaldığımız için olsa gerek. Ancak, basınımızın Hamza Hamzaoğlu’nun maç sonunu değerlendirmesini bu şekilde abartmalarına onu adeta kahraman yapmalarına yine de aklım ermedi. 

Bu millet esas kahramanları hep gözden kaçırmıştır nedense... Esas kahramanlar asgari ücretle ev geçindirmeyi başarabilenlerdir.