FETÖ’nün panzehiri

15 Temmuz’dan sonra tarikat-cemaat çevrelerinde iki gelişme dikkati çekiyor. Birincisi stratejik düzeyde FETÖ’nün rolünü üstlenmeye çalışan yapıların varlığı. Bunlar yeni dönemin FETÖ’sü olmak için girişimlerde bulunuyor. Bu noktada Süleymancıların öne çıktığı görülüyor.

İkinci gelişme, FETÖ’nün devlet kadrolarında kaybettiği mevzileri doldurmaya çalışan “makbul” tarikatlar ve cemaatlerin çabaları ve bu amaçla kendi aralarında çatışma yaşayacak düzeye varmış olmaları.

15 Temmuz’dan bugüne geçen zamana baktığımızda, hükümetin FETÖ ile mücadelesinin ilk zamanlarında yaşanan şokun da etkisiyle köktenci tutumlar alındığını görüyoruz. Fakat zamanla hem mücadelenin hızı yavaşladı hem de nihai sonuç almayı güçleştiren faktörlerin ağırlığı kendisini hissettirmeye başladı.

MÜCADELENİN SINIRLARI

AK Parti’nin muhafazakâr kimliği bu mücadelenin hem toplum nezdinde meşruiyetini güçlendirdi hem de nesnel sınırlarını çizerek başarısını sınırlandırdı. Meşruiyetini güçlendirdi; çünkü yapılan işlerin dini hassasiyeti yüksek yurttaşlara karşı olmadığı anlaşılıyordu. Başarısını sınırlandırdı; çünkü AK Parti’nin milleti kucaklama yeteneği dini popülizmle sakatlanmıştı.

Parti’nin toplumdaki temel saflaşmalara bakışını, parti kimliğini ve kadrolaşma politikasını belirleyen “biz ve onlar” okuması sorunluydu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmiş yıllarda kendi ideolojik konumunu tarif ederken Türkiye’de beyaz Türkler ve zenci Türkler ayrımı olduğunu, kendisinin zenci Türklere mensup olduğunu söylemişti. Buradaki ‘zenci’lik dindarlık; dindarlık ise belli türden bir dindarlık tezahürü anlamına geliyordu.

Daha açık bir deyişle, AK Parti dinsizlere karşı din inancı olanları değil, dindarlığı belirli bir dinsel formasyonla özdeşleştirmiş olanları öncelikli olarak temsil etme eğilimindeydi.

Bu bakış açısı, ülkenin gerçekleriyle birebir örtüşmediği ve AK Parti pragmatik bir parti olduğu için, mutlak bir nitelik taşımadı. Parti içinde her kesimden insan, karar verici çekirdekte olmamak kaydıyla, kendilerine yer bulabildiler. Fakat din-merkezli eğilim kadrolaşma politikasına hâkim olduğu için, 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’den boşalan yerlere şartlar elverdiği ölçüde, sözkonusu dindarlık tezahürüne uygun kimselerin yerleştirilmesi gözetildi. Tarikat ve cemaatler fırsatı değerlendirip FETÖ’den boşalan yerlere hücum ettiler.

Hatta bir süre sonra Hükümetin FETÖ şokunu kendi güç istençlerine tahvil ederek sürekli daha fazla iktidar talep etmeye başladılar. Onların iddiası, FETÖ’nün panzehirinin kendileri olduğuydu.

TARİKAT-CEMAAT PARADOKSU

Paradoks, çözümü imkânsız çelişki demek. Hem FETÖ’den kurtulmayı samimiyetle isteyen hem de kadrolaşmada tarikat-cemaat formasyonunu önceleyen bir politika, bir sorunu çözme görüntüsü altında çözümü imkânsız hale getirmekten başka sonuç doğurmuyor ve paradoks oluşturuyor.

Kadrolaşma politikasında dindarlığı belirli türden bir dinsel formasyona indirger ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak tarikat ve cemaat mensubiyetini öncelerseniz ortaya şu sonuçların çıkmasını engelleyemezsiniz:

1- Türk milletinin büyük kısmından vicdanen koparsınız. Çünkü bu tür örgütlenmelere mensup olanlar milletin azınlığıdır. Tarih boyunca milletin bunlara itibarı sınırlı olmuştur. Tarikat ve cemaatlerin topluma düzen verme konusunda görece en büyük etkiyi oynadığı zamanlar, Moğol istilası sonucu Selçuklu devletinin dağıldığı, siyasi bir otorite boşluğunun oluştuğu zamanlardı. Özetle, devlet yoksa tarikat vardır, devlet varsa tarikat ve cemaatlerin siyasal alanda işi yoktur.

2- Liyakatsizliğe yol açarsınız. Çünkü Türk milletinin liyakat birikimi tarikat ve cemaatlere göre değil, her kesimden insanımızın yeteneklerine göre dağılmıştır.

3- FETÖ’nün gizlenmesine alan açarsınız. Çünkü FETÖ kendisini diğer cemaatlerin içinde gizlemeye çalışırken, bunu bilen cemaatler de işlerine geldiği, yetişmiş eleman kazandıkları vb. için bu kişileri koruyorlar.

4- Devleti tarikatlar arası kavga arenasına çevirirsiniz. Bunlar her ne kadar “dini” örgütler gibi görünseler de, boğazına kadar siyasallaşmış yapılardır. Hepsinin derdi daha fazla siyasal güçtür. Kadrolaşma çabaları bunun sonucudur. Belli bir güce eriştikleri her devlet kurumunda birbirleri ile çatışmaya başlamaları kaçınılmazdır. Bugün bunun bazı örnekleri kamuoyuna yansıyor.

FETÖ ile mücadelenin panzehiri, millilik ile dindarlığın belirli bir biçimini özdeşleştirmekten vazgeçmek ve milliyetçiliğin ve milli duruşun ekonomi-politik zemine dayalı laik ve ideolojik bir tarifini esas almaktır. O zaman devleti tarikat-cemaatlere esir etmek yerine Türk milletinin liyakat sahibi büyük insan kaynağı ile buluşma şansı doğar.