Fetullah Gülen Almanya'da hep koruma altındaydı!

Yıl 2002. Stuttgartlı, Gülen’e yakınlığı ile tanınan dershane yöneticisine sormuştum: "Niçin ısrarla 'Ben Fetullahçı değilim' diyorsunuz? Fetullah Gülen'e niçin karşısınız?" Yanıt kısa olmuştu: "Ben Gülen adından rahatsızlık duyuyorum." Bir soru daha: "Hoca Efendi sizi niçin rahatsız ediyor?" Yanıt yine kısaydı: "Bizim Gülen'le ilgimiz yok. O siyaset yapıyor." Sıkıştırmıştık: "Fetullah Hoca üzerine ne düşünüyorsunuz?" Son yanıt: "Türkiye bağlantılı bir konu olduğu için görüş bildiremeyeceğim. Bizim amacımız Almanya'daki Türk ve yabancı gençlere eğitim vermek."

O günlerde din baronunun peşinden gitmeye başlayanlar Almanya gibi liberal bir ülkede kök salmasalardı şaşırmak gerekirdi. Kimler miydi bu çıkarcı yardakçılar? Çoğu 1990’lı yıllarda Alman vatandaşlığına geçmiş iş adamları, akademisyenler, üniversite öğrencileri, dini bütünlerdi! Kısa süre önce Nurcu hareketinden ayrılmışlar, Türkiye'den 1992 yılında Stuttgart’a yollanan Halil Şimşek hocanın çevresinde toplanıp yola koyulmuşlardı. Bu hocayı Gülen hareketinin ikinci adamı Nurettin Veren'in tanımasını, Necip Hablemitoğlu'nun Gülen raporunda adının geçmesini hiç umursamamışlardı. İlk işleri hep birlikte öğrenci dernekleri kurup dershaneler açmak olmuştu. O günlerde kendilerine: "Siz Hocaefendi'nin müritlerisiniz!" diyenlere kızmışlardı. Hatta gazetecilere, araştırmacılara davalar açıp gözlerini korkutmuşlardı. "Niçin?" diye soranlara hep: "Gülen siyaset yapıyor, adından rahatsız oluyoruz" yanıtını vermişlerdi. Birkaç yıl sonra da dershaneleri yavaş yavaş özel okullara çevirmeye başlamışlardı. Bu girişimde de Almanya’da ilk adımı Stuttgart'daki Hocaefendiciler atmıştı! Halil Şimşek Hoca Hizmet görevlerini ileriki yıllarda İspanya ve İsviçre’de de sürdürüp 2006’de tekrar Almanya’ya dönmüştü. Gittiği ülkelerde o resmi makamların kayıtlarında ‘Zaman gazetesinin muhabiriydi’!

‘AĞABEYLER’ VE ‘ABLALAR’

1990’lı yılların sonunda üniversiteye giden Türk gençlerinin yaşadığı 'ışık evleri' açılmıştı. Sayıları bir ara üç yüze yaklaşmıştı. Çoğu da tabii yaklaşık 200 bin Türk’ün yaşadığı Berlin’deydi. Baden-Württemberg Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi’nin 2014 yılında uzmanlardan aldığı bilgilerle hazırladığı rapora göre, ülke genelinde Gülen Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen 24 okul, yaklaşık 300 dernek ve 150 okul derslerine yardımcı kurs vardı. İdeolojilerine yakın olanları ‘ağabeyler’ ve ‘ablalar’ akşam sohbet toplantılarında ve ortak gezilerde yanlarına çekiyordu.

Geçmiş yıllarda olduğu gibi bugün de cemaatten doyurucu bilgi almak pek kolay değil. Ya sorularınıza hiç yanıt vermiyorlar ya da "niçin soruyorsunuz?" dedikten sonra kısa bir yanıtla geçiştiriyorlar. Gülen'i Almanlara her fırsatta "Türk İslam bilimcisi" diye lanse eden cemaatçilerin 2014'te kurduğu Diyalog ve Eğitim Vakfı'nın internet sitesi 'diyalog, tolerans, karşılıklı anlayış, düşünce ve din özgürlüğü, demokrasi, barış, kadın ve erkek eşitliği' gibi güzel sözcüklerle dolu. Vakfın açılış törenine yolladığı ve Zaman Gazetesi’nde yayınlanan mektubunda Hocaefendi şöyle diyordu: "…Hakiki insan bir muhabbet adamıdır. O herkese ve her şeye şefkatle yaklaşır. Çocukları geleceğin tomurcukları gibi okşar ve koklar. Gençlere yüksek hedefler göstererek onlara ideal insan olmalarını salıklar. Yaşlıları en içten bir saygı ve hürmetle onure eder. Herkese karşı mutlaka bir diyalog yolu araştırır ve engin vicdanında her insana bir yer ayrılır."

Gülenci kuruluşların danışma kurullarına aldıkları, konferanslara çağırdıkları bilim adamları, politikacılar, gazeteciler, profesörler vardı. Alman medyasında çıkan Gülen hareketini eleştiren sayısız haberi, makaleyi, değişik TV kanallarının Gülen olayına eleştirisel eğilmesini, verilen soru önergelerini bu 'uzman danışmanlar' - birkaçı dışında - pek ciddiye almadı. Görüşlerini sorduklarımız hareketin çalışmalarını onayladıklarını söyleyip görevlerine devam ettiler! Almanya'nın ünlü bir üniversitesinde ders veren bir profesörün: "Gülen hareketinin yaptığı 'Säkulare Prophetie' (dünyevi kehanet)" açıklaması çok ilginçti. O zaman Hocaefendi de 'dünyevi kahin' mi oluyordu?

‘MAFYA BABASI’

Özellikle Gülen hareketine sürekli eleştiriler yöneten ünlü Der Spiegel dergisinin Türkiye ve cemaat deneyimli yazarı Maxmilian Popp, Hareket'in Almanya'da İslami öğeleri ağırlıklı bir Türk milliyetçiliğine yöneldiğinin üzerine basmıştı. Yaşamının üç yılını Türkiye'de geçirmiş, Bilgi Üniversitesi'nde uluslararası hukuk ve politika üzerine öğrenim görmüş olan Popp 2012'de Der Spiegel'de yayınladığı “Mayfa Babası” başlıklı 4 sayfalık yazısıyla cemaati öfkelendirdiği gibi birçok Alman okurun da gözünü açmıştı.

O günden bugüne cemaat ve Hocaefendi Alman medyasının ilgi odağı olmuştu. Hemen hemen hepsi de eleştirisel yazıların, haberlerin, filmlerin, radyo röportajlarının uzun süre ardı arkası kesilmemişti. Gazeteciler okullarının, dershanelerinin, derneklerinin, öğrenci yurtlarının kapılarını çalmışlar, ancak sorularına ender doyurucu yanıtlar almışlardı. Almanya'nın ünlü gazetelerinden Frankfurter Allgemeine hareketin ileri gelenlerinden Ercan Karakoyun'a yönettiği: "Alman polisine Gülenci Türk asıllı polislerin sızdığı iddiası var, ne diyorsunuz?" sorusuna yanıt alamamıştı. Aralık 2013 olaylarının ardından Diyalog ve Eğitim Vakfı’nın başkanı olan Karakoyun'a Stuttgart'taki bir toplantıda: "Bir süre önce Türk basını Abdullah Aymaz'ın Hocaefendi'nin yerine geçeceğini yazmıştı", dediğimde "Hayır, yok öyle bir şey!" diye karşı çıkmıştı. Toplantıdaki konuşmasındada sık sık diyalogdan, toleranstan, karşılıklı anlayıştan, düşünce ve din özgürlüğünden, demokrasiden, barıştan, kadın ve erkek eşitliğinden söz etmişti. Toplantıya katılmış olan türbanlılar arka sıralarda oturuyordu!

2013’te Erdoğan’la Gülen’in arasına giren ‘karakedi’ Alman medyasının biraz olsun gözünü açmış gibiydi. Cemaati eleştiren yazılara daha sık rastlanmaya başlamıştı. Berlin'de Sol Parti, Stuttgart'ta Hıristiyan Demokratlar (CDU) verdikleri soru önergeleriyle dikkatleri Hareket’e çekmişti. Çoğunluk sınırsız şeffaflık talep ediyordu. O günlerde görüştüğüm bazı yerel politikacılar "konunun üzerine sürekli gideceğiz" demişti. Kuzey Ren Vestfalya İçişleri Bakanı Ralf Jaeger yaptığı açıklamayla Erdoğan'la Gülen arasında yaşanan depreme dikkatleri çekmişti. Onun hemen ardından Ren-Pfalz Eyaleti İçişleri Bakanı Roger Lewentz, Federal İçişleri Bakanı'ndan Gülen hareketinin tüm Almanya çapında çalışmalarının izlemeye alınmasını talep etmişti. Yine aynı günlerde Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Örgütü yaptığı bir açıklamayla, Gülen'in görüşlerinin inanç özgürlüğü ve özgür demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmadığını ve yakın gelecekteki çalışmalarında bu konuya ağırlık vereceğini belirtmiş, Fetullah Gülen'in geçmişte Almanya'da dağıtılan bazı yayınlarında "özgürlükçü demokratik düzenle çelişki içinde" olduğuna da dikkatleri çekmişti.

GİRİŞKEN GENÇ İŞ ADAMLARI

Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Örgütü'nün Eyalet Meclisi'ne bir "Gülen Hareketi raporu" sunması beklenirken Fetullah Gülen'i sevdiklerini söyleyenlerin Stuttgart'ta 2012’de yeni inşa ettiği okul binasının açılış törenine katılım üst düzeyde olmuştu. Eyalet Başbakanı Kretschmann, büyükkent belediye başkanı Schuster, İstanbullu meslektaşı Kadir Topbaş ve Hakan Şükür bu törenin şeref misafirleriydi! Eyalet meclisinden her renkte milletvekili de salondaydı. Gülensever'lere 2004'te açtıkları okul küçük gelmeye başlayınca belediyenin gösterdiği araziye daha büyüğünü kondurmuşlardı. Gazeteler: "İnşaata 26 milyon avro harcandı" diye yazmıştı ertesi gün. Son 7-8 yıl içinde Almanya'da iyice palazlanmışlardı. Alman okullarında başarısız olan Türk çocuklarını kısa sürede kendilerine çekmişler, onlara sahip çıkmışlardı. Her renkten Alman politikacıyı kısa sürede "zararsız Müslüman" ve "girişken genç iş adamları" olduklarına inandırmışlardı.

Gülen hareketini ve ideolojisini Almanya'da tanıtmak için iki binli yıllarda çaba gösterenlerin başında gelenlerden biri kabul edilen, onursal başkanlığını Gülen'in yaptığı Berlin FİD Derneğinin Başkanı Ercan Karakoyun'un: "Gülen hareketi Almanya için bir şanstır!" açıklaması çok anlamlı ve düşündürücüydü. 2012 yılında Diyalog ve Eğitim Vakfı’nı da (https://de.wikipedia.org/wiki/Stiftung_Dialog_und_Bildung) kuran Ercan Karakoyun'un o günlerde: "Biz Gülen hareketinden değiliz, fakat onun kitaplarını okuyoruz, düşünce ve görüşleri hoşumuza gidiyor" diyenlere olan yakınlığı da sır değildi. Yıllarca inatla: "Niçin Fetullahçı değiliz diyorsunuz?" diye sorana, "Gülen adından rahatsız oluyoruz, çünkü o siyaset yapıyor", demişlerdi. Sonra bir gün gelmiş, aynı kişiler ona "hayran" olduklarını itiraf etmişlerdi. Çünkü onlar atlarıyla Üsküdar'ı çoktan geçmişti, artık çekinecek bir şeyleri kalmamıştı. Hocaefendicilerin paralı okullarında Türk öğrencilerin oranı yüzde 90 civarında... Eğitim bilimcilerinin sürekli: "Uyumun başarılı olması için sınıflarda yabancı kökenli öğrenci oranı yüzde yirmiyi geçmemeli" demesi hiçbir işe yaramamıştı.

Ülkeyi yönetenlerin bir yandan: “Türkler uyum sağlamakta zorluk çekiyor” demesi, diğer yandan da çocukları ve ailelerini Gülencilerin kucağına atmasına bir anlam vermek kolay değil.

‘HEM SİZ HEM DE BİZ KAZANDIK…’

Gülenseverlerin Stuttgart’taki yeni okulunun 2012’de açılışını yapan eyalet başbakanı Kretschmann "Bu okuldan geleceği parlak öğrencilerin yetişeceğine inanıyorum" diye konuşurken o yılların Stuttgart Belediye Başkanı Schuster "Eğitim konsepti çocukların uyumunu kolaylaştıran bu okul girişiminiz için tebrik ederim. Hem siz hem de biz kazandık…" demişti. Okulun açılışına özel uçakla gelen o yılların İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da konuşmasında Mevlânâ'nın bazı sözlerine değinmişti. İşte o konuşmadan kimi bölümler: "...Bu okul büyük bir fedakârlığın sembolü, uyumun en önemli temel taşlarından biridir... Tertemiz çocukları geleceğe hazırlamalı... Onlar güzel ellerde hazırlanırsa bütün topluma kazandırılır..." Topbaş aynı gün Millî Görüş sorumluları ve ‘Gülensever’ iş adamlarıyla da görüşmüş, akşam Stuttgart Belediye Başkanı Schuster'in veda toplantısına katılmış ve aynı özel uçakla geç saatlerde İstanbul’a dönmüştü. AKP milletvekili Hakan Şükür de okulun sponsorlarıyla bir araya gelmişti. Toplantı basına kapalıydı... Okulun açılışının ardından görüştüğümüz Hristiyan Demokrat Parti'nin deneyimli bir politikacısı şu açıklamayı yapmıştı: "Almanya'da Gülen Hareketi şeffaf olmadığından şüpheler oluştuğu için örgütlenmesinin iç yapısını, finansmanını ve hedefini daha açık ortaya dökmek zorundadır" demişti, fakat bu güzel sözleri partisi umursamamıştı.

2004 yılında kurulduğunda adı BİL olan okulun 16 Temmuz 2016 olaylarının ardından adını değiştirdiler ve (nedense?) 18. yüzyılda yaşamış olan Alman yazar ve filozof Gotthold Ephraim Lessing’in adını verdiler. 2011-2016 arasında Baden-Württemberg Eyaleti Uyum Bakanı olarak görev yapmış olan Bilkay Öney (SPD) BİL Okulu’nu “Fetullah Gülen hareketine yakın bir kuruluş” diyerek ziyaret etmeye hep karşı çıkmıştı. Bu davranışı nedeniyle de eyalet meclisinde eleştirilerle karşılaşmıştı.

Lessing Schule Stuttgart

PARA MUSLUĞUNU İYİCE AÇTILAR

O günlerde para musluğunu iyice açan Almanyalı Hocaefendiciler’e aralarının hep iyi olduğu yerel politikacılar, belediyeler karışmamıştı. Eğitim müdürlerinin, yüzde doksan Türk çocuklarının devam ettiği okullar için: "Alman toplumuna uyumlarına engel" demesi bir işe yaramamıştı. Çoğu kentte bu okullara ve dershanelere harcanan paralar orta halli iş adamlarının (!) kurduğu dernekler üzerinden akmıştı. Bu yöntemi de ilk uygulayanlar yine Stuttgart'takiler olmuştu. Hatta o kadar becerikli çıkmışlardı ki, Hristiyan Demokrat eyalet başbakanını, kent belediye meclisini bile yaptıklarının yararlı olduğuna çabucak inandırmışlardı. Önce Başbakan Oettinger'le buluşmuşlar, elini sıkmışlar, adama hediyeler vermişler, karısının vakfına da 3 bin avro bağışlamışlardı. Hemen ardından da kısa süre önce Stuttgart’ta yaşama geçirmiş oldukları, kendi açıklamalarına göre de ekonomi, politika ve toplum arasında aracılık yapan SELF adlı kuruluşun üç yıl sürecek ‘uyum projesi‘ne Stuttgart Belediyesi’nin 700 bin avro vermesini eyalet başbakanının da desteğiyle becermişlerdi. Bu projeye göre iş bulmakta güçlük çeken Türk gençleri Hocaefendici'lerin şirketlerinde pratisyen olarak çalışacak, derneğin abileri de onlara yardımcı olacaktı... O günlerde SELF’in bu projesine kaç şirketin katıldığını gazeteci olarak sorduğum kuruluş sorumlusu bana yanıt vermemiş, ısrar edince de öfkelenmişti.

‘GÜLEN BİZİM İÇİN ŞANS’

Aynı süreçte Freiburg’daki Hristiyanlık üzerine çıkardığı kitaplarla tanınan Herder Yayınevi Fetullah Gülen’in ve yandaşlarının kaleme almış olduğu dört kitabı da yayınlamıştı. 2010 yılında Baden-Württemberg eyaletinin ‘Dinler ve Kültürlerarası Diyalog’ sorumlusu görevine getirilen Dr. Michael Blume Almanya’nın değişik kentlerindeki Gülen etkinliklerine katılıp konuşmalar yapmış, cemaat için de: “Fethullah Gülen hareketi bizim için bir şans!” görüşüyle Hocaefendi’nin karşıtlarının tepkilerini üzerine çekmişti. O yıllarda köşe yazılarının çıktığı Zaman gazetesindeki şu açıklaması da ilginçti: “Fethullah Gülen'i İslam aleminde çok önemli bir fikir adamı olarak görüyorum. Eğitimi teşvik ediyor. Gülen, modernizmle dinin bir arada yürütülebileceğini gösteriyor. Eğitimi, aile yapısını, diyalogu, hoşgörüyü ve farklı toplumlarla barış içinde yaşamayı teşvik ediyor. Bir din bilimci olarak fikirlerini beğeniyorum.”

Terör örgütü FETÖ'nün üst düzey sorumlularından Ercan Karakoyun

Diyalog ve Eğitim Vakfı'nın Başkanı Ercan Karakoyun, Westdeutscher Rundfunk'a geçen hafta, 21 Ekim’de yaptığı açıklamada, cemaatin Almanya'daki faaliyetlerini Gülen'in ölümünden sonra da sürdüreceğini söyledi. Bakalım ne olacak? Cemaat’in yurtdışı sorumlusu kim olacak, Gülenseverler’i kim yönlendirecek, geride kalan ‘sermayeyi’ kim yönetecek? Bir sorumlu mu yoksa birkaç sorumlu mu olacak? Her şey uyum içinde devam mı edecek yoksa kısa süre sonra birbirlerine mi girecekler?